Quantcast
Channel: Edebiyat | ListeList.com
Viewing all 457 articles
Browse latest View live

Roman Yazmak İsteyenlerin Mutlaka Bilmeleri Gereken 12 Roman Terimi

$
0
0

Bir metin inşa etmeyi tasarlıyorsanız onun çimentosu, kumu, harcı olan kaidelerini de bilmeniz gerekir. Yazarlık, sizin de bildiğiniz üzere günümüz popüler örneklerinin aksine son derece ciddi bir iştir. ‘’İlham geldi, yazdım’’ ya da çeşitli çay, kahve edebiyatları elbette bir edebiyat değil. Ayrıca o tarz kitapların müelliflerinin de kalıcı olmayacakları, kısa sürede unutulacakları aşikâr. Bir müzisyenin, tiyatrocunun ya da ressamın çalıştığı gibi yazarlar da o büyük kurgularını yazabilmek için aylar, hatta yıllarca çalışırlar. Bu bağlamda bakarsak; ‘’metin işçiliği’’ konunun ciddiyetini anlatması bakımından gayet güzel bir tanımlama. Kurmaca dünya yaratımınızda size başarılar dilerim; lakin bu alanda gelişmek isterseniz bilmeniz gereken belli başlı kavramlar var. Buna belki ‘’edebiyatın matematiği’’ de dersek bir yanlışlık yapmış sayılmayız. Roman terimleri dediğimiz zaman aslında karşımıza onlarca, belki de yüzlerce kavram çıkar. Bir yazar metninde bunların hepsini kasten seçer ve kullanır, demek tabii ki doğru olmaz. Buna gerek de yoktur. Gelgelelim bu işin derinine inmek ve hatta metin işçiliği üzerine akademik gelişim göstermek isteyenlerin roman terimlerini bilmeleri gerekir. Bazılarını duyduk, belki bazılarını duymadık. Buyursunlar!

1. Çatışma


Romanın en önemli unsurlarından biri çatışma, hiç şüphesiz. Şöyle diyebiliriz hatta: çatışma olmadan roman olmaz. Romanda olaylar zincirinin meydana gelebilmesi için, en az iki figür gereklidir. Bunlar; başkarakter ile onun karşısında duran diğer figürdür. Kurmaca metnin özünü oluşturan çatışma da ilk ve en belirgin olarak bu iki kişinin arasında gerçekleşir. Örneklersek; işçi – işveren, öğrenci – öğretmen, iyi – kötü, zengin – fakir.

2. Anlatıcı


Kurmaca metnindeki olayı, hadiseyi, içeriği anlatan kişidir. Tabii romanın yazarı, anlatıcı değildir. Bir romanda, öyküde anlatıcı; yazarın kendisi olmayan, hayalî bir varlıktır. Kurmaca metni okumaya başladığımız ilk anda sesini duyduğumuz kişidir.

3. Başkişi


‘’Başkahraman’’, ‘’başkarakter’’, ‘’anafigür’’ gibi kullanımlarını da görebilirsiniz. Romandaki şahıs kadrosunun tam merkezinde yer alan kişidir. Başkişi; olayları başlatma, yayma ve bitirme konularında diğer şahıslara göre en etkili olan kişidir. Bir örnek vermek gerekirse; Sabahattin Ali’nin ‘’Kuyucaklı Yusuf’’ eserindeki başkişi tabii ki Yusuf’tur. Bu ilk üç madde bir kurmacanın, anlatının olmazsa olmazlarıdır diyebiliriz.

4. Bakış açısı


Anlatım şeklini belirleyen unsurdur. Kurmacadaki olayı anlatan anlatıcının bir bakış açısına sahip olması gerekir. Bu unsur da bize bunu verir. Anlatıcının bakış açısı içeriği nasıl, hangi tarafından görmek istiyorsa okuyucu da onunla sınırlı kalır. Çoğul bakış açısı, figür bakış açısı, gözlemci bakış açısı bu unsurun türlerinden birkaçıdır.

5. Leitmotif


Kurmaca metinde bir davranış, hareket, söz vs. düzenli ya da düzensiz aralıklarla tekrarlanıyorsa ona ‘’leitmotif’’ denir. Yalnız bu da yeterli değildir. Yinelenen bu unsurun kurmaca içerisinde özel bir anlamı olmalı, metindeki bir şeyin sembolü olabilmelidir. Ayrıca bu terim aslında bir müzik terimidir ve bir müzik parçasında sürekli tekrarlanan motiftir.

6. Geriye dönüş tekniği


Romanda ileriye doğru giden zamanın bazı şeyleri anlatabilmek, gösterebilmek adına yer yer geriye dönmesidir. Bu tekniğin kurmaca metinde en sık kullanıldığı kısımlar bir sır ya da bilinmeyenin olduğu kısımlardır. Mektup, günlük gibi yazınsal ürünlerde bu tekniğin kullanımına sıkça başvurulur.

7. Bilinç akışı


Sıkça duyulan kavramlardan biri olsa gerek. Eserdeki şahısların bireysel dünyalarını sistematik olmadan, o iç dünyanın karmaşasıyla beraber aktarmaktır. Bunu yapabilmek adına da birbiriyle ilişkisi olmayan, tıpkı bilinçaltı gibi karmaşık cümleler kullanılır.

8. Belirsiz son


Hep belirli son olacak değildi ya? Kurmacanın belirsiz, kesinlikten uzak şekilde bitmesidir. Bu tür sonlar okuyucunun zihninde genellikle çeşitli soru ya da yorumlar meydana getirir. Anlayacağınız o ki, romanı bitirdiğiniz halde içeriğin bitmemesi hissini yaşarsınız. Bu tür sonlar çoğu zaman yazarın kasıtlı bir niyetinden ileri gelir.

9. Metinlerarasılık


Nedir şu sıkça duyduğumuz metinlerarasılık? ‘’Anıştırma’’ olarak da bilinir. Yazarın bir resimden, şarkıdan, siyasetten, felsefeden, dinden vs. yaptığı dolaylı alıntılardır. Bu bir zorunluluk olarak görülür. Zira hiçbir metnin kendinden önce yazılmış metinlerin tamamından bağımsız olamayacağı öngörülür.

10. Sahneleme yöntemi


Adından da hemen anlayacağınız üzere bir kurmaca metni tiyatro ya da film sahnesinin atmosferine yaklaştırma yöntemidir. Tabii ki bunun için romanda en gerekli olan unsurlar tasvir, diyalog ve ayrıntılı eylemlerdir. Yani okuyucu, roman kahramanını sahnedeymiş gibi okur.

11. Nehir roman


Az bilinen terimlerden biri olsa gerek. Bir yazar tarafından yazılan birden fazla kurmacanın düşünce, olay örgüsü bakımından birbirleriyle bağlantılı olması ve devamlılık arz etmesi gerekir. Edebiyatımızdaki en güzel örneğini Attilâ İlhan’dan verebiliriz: Millî Mücadele’ye bağlı olarak yazdığı yedi romanına üst başlık olarak ‘’Aynanın İçindekiler’’ adını verir. Bu yedi romanın hepsi de birbirlerinden bağımsız, ayrı romanlardır. Fakat işlenen konu, ele alınan sorunlar yedisini de birbirine bağlar.

12. Aydınlanma ânı


Romandaki şahıslardan birinin, özellikle de başkişinin yaşadığı uyanış ânını ifade eden bir terimdir. Sözgelimi; kurmaca metnin başlarında pasif, olaylara anlam veremeyen bir başkişi ileri sayfalarda gerçeğin ne olduğunu bulur. Romanda genellikle bir dönüm noktası olarak görülür.

Roman Yazmak İsteyenlerin Mutlaka Bilmeleri Gereken 12 Roman Terimi ilk kez ListeList'te yayınlandı.


”İyi ki Doğdun Prenses” Johnny Cash’in Tüm Zamanların En İyisi Seçilen ve Eşine Yazdığı Aşk Mektubu

$
0
0

Gelmiş geçmiş en büyük, en saygın müzisyenlerden biri olan Johnny Cash (1932 – 2003) eşine yazdığı mektubuyla bir ‘’en’’ daha kazanır. Daily Mail gazetesinin yaptığı oylamada büyük müzisyenin yanı sıra Winston Churcill, John Keats, Ernest Hemingway, Napolyon Bonapart, Beethoven, 8. Henry, Richard Burton, Gerald Ford ve Jimi Hendrix’in mektupları da yer alıyor. Saydığımız tüm isimleri geride bırakmayı başaran Johnny Cash, mektubunda sevgili eşi June Carter’ın doğum gününü kutluyor ve eşinin tanıştığı en mükemmel kadın olduğuna yönelik kalbî duygularını açığa çıkarıyor. 1994 tarihli aşk mektubu, insanın aşka dair umutlarını yeşerten cinsten. 1968’de evlenen çift, 35 yıllık turne hayatları boyunca müzik ve özel hayatlarını beraber sürdürmeyi başarıyor. June Carter’ın 2003 senesinde yaşama veda etmesinin ardından Cash de çok durmuyor ve 4 ay sonra vefat ediyor.

İyi ki doğdun Prenses. Beraber yaşlandık. Öyle ki artık her konuda aynı düşünüyoruz

Düşüncelerimizi okuyabiliyoruz. Birbirimize sormaksızın, ne istediğimizi anlayabiliyoruz

Uzunca bir ömürde biraz olsun birbirimize kırılmış olabilir; birimiz diğerine anlayışlı davranmamış olabiliriz

Ama bugün, hayatımı şimdiye kadar tanıdığım en muhteşem kadınla paylaştığım için ne kadar şanslı olduğumu fark ediyorum

Beni eskiden olduğu gibi büyüleyecek ve bana yine ilham olmaya devam edeceksin

Senden hala etkilendiğimi bilmelisin. Benim arzum, varoluşum, mantığımsın

Seni çok seviyorum. İyi ki doğdun Prenses. John

”İyi ki Doğdun Prenses” Johnny Cash’in Tüm Zamanların En İyisi Seçilen ve Eşine Yazdığı Aşk Mektubu ilk kez ListeList'te yayınlandı.

Son 50 Yılda Dünyada En Çok Okunan 9 Kitap

$
0
0

Referanslarımda ‘’Tüm zamanların’’ ibaresi de bulunuyor ama bu biraz abartılı olabilir. Nitekim farklı kaynaklarda da bu çekinceden dolayı ‘’en azından son 50 yılda’’ gibi bir detay döşeli. Bu kitapları listelemenin avantajları ne olabilir peki? Dünyanın yönelimleri, ilgileri ve meraklarını öğrenmek açısından önemli bir kere. Belki etrafımızı, dış dünyayı anlamak ve irdelemek için de bu kitaplara şöyle bir göz atabiliriz. İşte en az son 50 yılda dünyada en çok okunan, satılan, yayımlanan 9 kitap!

1. Başkan Mao’dan Seçme Sözler (Mao Zedong)


Çin’in milyarlık nüfus oranı da belki bu kitabın bu listede yer almasını hızlandıran bir durumdur. Kitap, Çin Komünist Partisi’nin kurucusu Mao Zedong’un öğretilerinin ana hatlarını içerir: ‘’İnsanlar zorlama ile değil, ancak inandırma metodu ile ikna edilebilirler.’’

2. Harry Potter Serisi (J. K. Rowling)


İngiliz yazar J. K. Rowling’in yedi kitap halinde yazdığı ve çıktığı günden bu yana tüm dünyayı kasıp kavuran bir eser. Filmlerinin ayrı, kitaplarının ayrı bir tadı ve taraftarı var. Bildiğiniz üzere tüm seri boyunca iyi (Harry Potter) ile kötünün (Lord Voldemort) mücadelesi anlatılır. Açtığı çığırla edebiyat tarihine adeta hiç silinmeyecek bir damga vuran muazzam bir seri.

3. Yüzüklerin Efendisi Serisi (J. R. R. Tolkien)


İngiliz filolog, şair ve yazar J. R. R. Tolkien (1892 – 1973) tarafından yazılan ve günümüzde de sinemanın başat işlerinden biri haline gelen Yüzüklerin Efendisi serisi de dünya çapında rekor kıran bir diğer iş. Tolkien 1937’de ‘’Hobbit’’i yayımlar, bu aslında serinin de başlangıç kitabı olur. Kısa sürede popüler olan kitapta okurun karşısına o meşhur ‘’Orta Dünya’’ çıkar.

4. Simyacı (Paulo Coelho)


İspanya’dan Mısır Piramitlerine, hazinesini ve hakikatini aramaya koyulan bir çobanın öyküsü bu kitap. Masalsı ve felsefî yanı belki de en etkileyici özellikleri. Paulo Coelho bu kitabı yayımladıktan sonraki 6 sene içerisinde kitap kırk küsür ülkede yayımlanır ve otuza yakın dile çevrilir: ‘’Kendi kişisel menkıbesini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür.’’

5. Da Vinci Şifresi (Dan Brown)


Eleştiride de övgüde de son sürat tepkiler alan yazarın bu kitabı satışa çıktığı ilk hafta büyük sükse yaparak zaten kendini belli eder. New York Times’ın çok satanlar listesine 1 numaradan girmeyi başarır. Bir profesörün bir cesedin detaylarını aralamaya çalışırken karşısına çıkan Da Vinci’nin Mona Lise tablosu bir sır taşır: “Bir sorunun doğru cevabı yoksa, tek bir dürüst yanıt vardır. Evet ile hayır arasındaki gri bölge. Sessizlik.”

6. Alacakaranlık Serisi (Stephenie Meyer)


Dram, fantazya, aşk, vampirler ve soluksuz maceralar… Stephenie Meyer’in yazdığı Alacakaranlık kitap serisi de beyaz perdeyle buluşan ve filmi ayrı, kitabı ayrı tutkunlarını kazanan işi. Dünya üzerinde kırka yakın dile çevrilen kitap serisi aynı yüksek başarılarını sinemada da yapmakta hiç mi hiç gecikmez.

7. Rüzgâr Gibi Geçti (Margaret Mitchell)


Amerikalı yazar Margaret Mitchell (1900 – 1949) elli seneye dahi varamayan ömründe yazdığı bu eseriyle ölümsüzlüğü kazanır. Kitap Amerikan İç Savaşı’nda geçer, savaşa maruz kalan insanların ayakta kalabilmelerini, aşklarını anlatır. Bu bakımdan romantizm içerir. Batı edebiyatının en önemli yapıtlarının başında gelir: ‘’Sana daha önce de söylediğim gibi, bu, toplumda tek affedilmeyen günahtır. Farklı olursan lanetlenirsin!’’

8. Düşün ve Zengin Ol (Napoleon Hill)


Amerikan yazar Napoleon Hill (1883 – 1970) bu eseriyle tüm zamanlara damga vuran bir iş ortaya çıkarır. Adının da verdiği ipucundan kitabın kişisel gelişim kitabı olduğunu anlayabiliriz. Ancak türün diğer örneklerinden hareketle bu kitabın neden bu kadar çok satıldığı ve okunduğunu merak ediyorsanız sizi kitabı almaya davet edebilirim: ‘’İnançla desteklenen arzunun gücüne inanıyorum.Çünkü bunun sıfırdan başlayan insanları güç ve zenginliğe götürdüğünü gördüm.’’

9. Anne Frank’in Hatıra Defteri (Anne Frank)


Anneliese “Anne” Marie Frank’in (1929 – 1945) bu kitabı iki yıl boyunca Hollanda’nın Nazilerce işgali sırasında ailesiyle birlikte saklanıyorken tuttuğu günlüğü içerir. 1942 ile 1944 arasını kapsayan günlük Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestein’in Hollanda halkının Almanlardan gördüğü zulme şahitlik eden tüm belgelerin toplanıp yayınlanması gerektiğini söylemesi ile ortaya çıkar: ‘’Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır, çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür.”

Son 50 Yılda Dünyada En Çok Okunan 9 Kitap ilk kez ListeList'te yayınlandı.

Dan Harmon’ın Hikâye Çemberi: 8 Adımda Enfes Hikâyeler Anlatmanın En Kolay Yolu

$
0
0

Çevrenizde yaşanan şeyleri nasıl anlamlandırdığınızı hiç düşündünüz mü? Belli bir sıraya göre dizilip bir şekilde sonuçlanmadığı sürece etrafımızda olan biten her şey sadece kaos. “İnsanı dünyadaki diğer canlılardan ayıran en önemli özellik nedir?” sorusunun ikna edici cevaplarından birini, The Storytelling Animal: How Stories Makes Us Human (Hikâye Anlatan Hayvan: Hikâyeler Bizi Nasıl İnsanlaştırıyor) kitabının yazarı Jonathan Gottschall veriyor: Hikâyeler.

Gotshall kitabında insanların başına gelen olayları anlatırken konuyla ilgili olmayan kısımları atlayarak neredeyse içgüdüsel bir şekilde kendi yaşamlarını dahi hikâyeleştirdiklerinden bahsediyor. Gotschall kitabında, arkeologların araştırmalarında buldukları parçalardan elde ettikleri deliller ile bütüne varma çabası, Sherlock Holmes’un bir gizemi çözerken izlediği yol ve Dan Harmon’un bir Rick and Morty bölümü yazarken uyguladığı stratejinin benzerliklerini anlatıyor. Dan Harmon kısmını ben ekledim, kitapta yok.

Mitoloji ve Metanarrative (Üstanlatı?)

Hayatını mitolojileri ve mitleri araştırmaya adamış Joseph Campbell doğusundan batısına, kızılderilisinden ilkeline incelediği yüzlerce mitin sonucunda tüm anlatıların (narrative) bazı ortak noktaları olduğu sonucuna varıyor. Tabii ki bu aşırı sadeleştirme oldu ancak Campbell’ın The Hero with a Thousand Faces (Bin Suratlı Kahraman) kitabında bahsettiği ve The Heroes Journey (Kahramanın Yolculuğu) adını verdiği monomyth tezi gerçekten en eski, antik hikâyelerden kapalı gişe oynayan Hollywood filmlerine kadar hemen hemen tüm hikâyelere uygulanabiliyor. Hemen hemen tüm hikâyeler Joseph Campbell’in şablonunu izliyor. Hatta George Lucas’ın doğrudan Campbell’in şablonunu izleyerek Star Wars senaryolarını yazdığı iddia edilir.

Postmodern kültürde ürünler aynı zamanda kendilerine de referans vererek monomyth geleneğini sürdürüyor. Özellikle yeniden veya yeni yapımlar eski versiyonlarına verdikleri referanslarla dikkat çekiyor. Star Wars’un yeni filmlerinde bunu olabilecek en acı şekilde tecrübe ettik. Jean-François Lyotard’ın “metanrrative” olarak tanımladığı olguyu etkili ve başarılı şekilde kullanan yapımlar var mı? Var tabii. Mesela Logan, daha eğlenceli örnekler vermek gerekirse Deadpool filmleri.

İzlemeyenler için spoiler olacak ama Deadpool 2’de filmin başında “bir aile filmi” izleyeceğimiz mesajını alıyoruz ve film gerçekten bir aile filmi olarak bitiyor. Tabii ki bir yandan tüm aile filmi klişelerini yıkmaktan da geri kalmıyor. Buna rağmen tüm klişeleri bir bir kullanıyor ve Campbell’ın çözümlediği Kahramanın Yolculuğu şablonunu izlemekten de geri kalmıyor.

Dan Harmon’un Hikâye Çemberi

Campbell’in çözümlediği Kahramanın Yolculuğu bir çember olarak tasvir ediliyor ve 12 adımdan oluşuyor. Dan Harmon ise buradan yola çıkarak çemberi basitleştiriyor ve hikâye yazmaya hevesli herkes için takip etmesi çok kolay, 8 adımlık bir çember oluşturuyor.

Harmon bu güzelliği ile bilgisayar başına oturup “acaba ne yazsam” diye baş ağrıları çeken veya “kafamda bir hikâye var ama nasıl toparlasam bilemiyorum” deyip mide krampları yaşayan bünyelere ilaç oluyor. Bünyelerin daha iyi yazarlar olmasını sağlamanın ötesinde iyi hikâyeciler olmalarının kapısını aralıyor.

Çemberi basitçe açıklamak gerekirse; Çember önce enine ikiye bölünüyor. Üstte kalan kısım karakterin yolculuğunun başladığı ve bittiği yerleri kapsıyor. Hikâyelerin sonunda kahramanlar çoğu zaman başladığı mekâna, zaman yolculuğu hikâyelerinde hikâyenin başladığı zamana bile geri döner. Altta kalan bölümse karakterin gelişmesini sağlayan olayların yaşandığı bölüm. Bu bölümler bazı zıt kavramların çatışması olarak da kurgulanır: yaşam-ölüm, bilinç üstü-bilinç altı, düzen-kaos… Bu ikili kavramlar bir döngü olarak devam eder.

Daha sonra çembere dikine bir çizgi çekilir. Çemberde 4 alan oluştu. Çizgi ve çemberin kesişimlerine 1, 3, 5, 7; ayrılan alanlara 2, 4, 6, 8 sayırları yazılır. Her sayı kahramanın yolculuğunun bir evresidir.

1. Sen (Kahramanı/Kahramanları Tanıt)

Dan Harmon’un 8 bölüme ayırdığı çemberin ilk bölümü “Sen.” Bu bölümde kahramanlar tanıtılırken içinde bulunulan dünyanın normları, kahramanın bu normlara karşı duruşu gibi hikâye ile değişecek bazı temalar da tanıtılır.

İlk adımın “You” (Sen) olmasının sebebi yazarın okuyucu ile duygusal bağ kurmasını sağlayacak bir karakter yaratması. Bu karakterin ikinci bölümde eksikliğini duyduğu veya -farkında olmasa da- bir keşfe çıkarma ihtiyacı ortaya çıkaracak profilinin bu bölümde yansıtılması gerekiyor. Rick and Morty’nin 2. Sezon 2. Bölüm’ünde Morty dedesinin boyutlar arası bir silah tüccarı olduğunu öğrenene kadar ‘normal’ yaşamına devam ediyor.

2. İhtiyaç (Bir Şeyler Doğru Değil)

Dedesinin boyutlararası silah ticareti yaptığını öğrenen Morty dedesine yardım ettiği için kendi içinde ahlaki bir sorgulama yaşıyor ve dedesinin eylemi Morty için bir macera, yolculuk çağrısı oluyor.

İkinci bölümün “Need” (İhtiyaç) olarak adlandırılmasının sebebi ise karakterin yaşadığı bir çatışmanın karakterde bir ihtiyacı ortaya çıkarması. Bu ihtiyaç zaman zaman hikâyenin ana temalarından birini de oluşturabilir. Bazen adalet bazen intikam olarak karşımıza çıkar. Rick and Morty’nin “osuruklu” bölümünde ise Morty dedesinin yaptığı şeyi geri çevirmek üzere bir maceraya atılır. Bu da bizi üçüncü bölüme getirir.

3. Git (Eşiği Aşmak)

Üçüncü bölümde kahraman resmen amacını edinip yolculuğuna başlıyor. Bu bölüm aynı zamanda kahramanın dünyasının değiştiği, ‘düzen’den ‘kaos’a geçtiği bölüm. Konfor alanını terk etmesi de diyebiliriz.

Mortynight Run’da, yani Rick and Morty’nin 2. Sezon 2. Bölüm’ünde Morty’nin hem dedesiyle hem de kendi içinde yaşadığı çatışma sonucu yolculuğa tek başına çıkma kararı bir eşiği aşmasını sağlıyor.

4. Arama (Yargı Yolu)

Bu bölümün İngilizcesi “arama” anlamına gelen “search.” Morty’nin dedesine ait uzay aracını çalarak yanlışlıkla da olsa bir suikastçiyi öldürüp “osuruğu” özgür bırakma süreci hikâyenin dördüncü bölümünü oluşturuyor. Bu bölümde genellikle kahramanlar, ikinci bölümdeki ihtiyaçlarını karşılamak için bir mücadele verir.

5. Keşif (Tanrıça ile Buluşma)

Bu bölümde kahramanın karşısına kendi ihtiyacını karşılamasını engelleyecek bir rakip çıkabilir ya da daha önce yaptığı şey kendi içinde yeni bir çatışmaya sebep olabilir.

Rick and Morty’de kurtulan “osuruğun” yaptıkları sonucu Morty kararını sorgulamaya başlıyor çünkü Morty’nin amacı dedesinin neden olabileceği ölümleri engellemekken özgür bıraktığı “osuruk” bir kitle imhacısı çıkıyor.

6. Al (Bedel Ödemek)

“Osuruğun” eylemleri Morty’nin verdiği kararların sonucudur. Bu bölümde kahraman ikinci bölümde aradığını bulmasının sonucu ortaya çıkan kaosta bir bedel öder. Bazen ödediği bedelin farkına varır bazense yaptığı şeyin doğru olduğunun arkasında durur ama ne olursa olsun aşması gereken bir eşik daha vardır. Bu bölümde kahramanın sınırları iyice zorlanır. Bu zihinsel, fiziksel veya ikisi birden olabilir.

7. Geri Dönüş (Eve Getirmek)

Kahramanlar yedinci bölümde ödediği bedel ile bir eşiği daha aşmak zorundadır. Bu ihtiyacından vazgeçmek ya da başta aldığı karara ters bir eylem gerçekleştirmek gibi bir olay olabilir. Morty “osuruğun” evrendeki tüm yaşamı tehdit eden bir varlık olduğunu anladığı an yolculuğa çıkmasına neden olan şeyi bir kez daha sorguluyor. Bölümün başında Rick’in neden olabileceği bir katliamı engellemek için yola çıkmışken kendisi daha büyük bir tehlikeye yol açıyor.

8. Değişim (İki Dünyanın Ustası)

Geri Dönüş eşiğini aşan Morty kendisi için tabu sayılabilecek bir eylem gerçekleştirerek “osuruğu” öldürüyor. Yani değişiyor. Bu bölümde kahraman çoğunlukla bir katarsis yaşar. Önceki bir düşüncesinden arınarak, bir tabuyu yıkarak ya da çok zorlu bir şeyin üstesinden gelerek değişime uğrar ve yeni normlar bu değişime göre tanımlanır. Çember tamamlanır. Kahraman ‘düzen’den ‘kaos’a geçmiş, ‘kaos’tan ise yeni bir ‘düzen’ çıkarmıştır ve bu deneyimin kendine kattıklarıyla başa döner.

Mortynight Run’da Jerry’nin Hikâyesi

Mortynight Run bölümündeki Jerry hikâyesi de aynı kalıba uygun devam ediyor. 1. Jerry “Jerry Daycare”e bırakılır 2. Jerry buradan kaçmak, Rick ve Morty ile takılmak ister çünkü diğer Jerry’lerden farklı olduğunu düşünür 3. Ancak kaçmanın imkansız olduğunu fark ettiğinde teslim olur 4. Jerry Daycare’de vakit geçirerek keyif almaya başlar 5. Ancak sonsuza kadar orada kalabileceğini fark edip yıkılır 6. Jerry, Jerry Daycare’i terk eder 7. Dışarıya adapte olmakta başarısız olduğunu fark eder ve Jerry Daycare’e geri döner 8. Rick ve Morty Jerry’yi almaya geldiklerinde (belki de gerçekten) değişmiş bir Jerry ile evlerine döner. Çember tamamlanır.

Dan Harmon’ın Hikâye Çemberi: 8 Adımda Enfes Hikâyeler Anlatmanın En Kolay Yolu ilk kez ListeList'te yayınlandı.

İyi Bir Romanın Sizde Yaratacağı Muhtemel 9 Etki

$
0
0

Kurmaca, var olduğu günden bu yana bizi sahip olduğu dünyasıyla etkilediği gibi bir illüzyonun içine de sokar. Öyle ki modern romanların karakterlerinin de eski zamanlı kurmaca içeriklerin karakterlerinin de yaşadığına inanmak isteyenlerimiz oldukça fazla sayıda. Sözgelimi ‘’Harry Potter’’ ya da ‘’İnce Memed’’ türleri, içerikleri, meseleleri çok farklı da olsa ortak bir noktada birleşir ikisi de: okuyucunun bu karakterlere neredeyse gerçekmiş gibi ısınmaları. Roman sanatı dış dünyaya karşın kendine özgü dünyasını yaratır, doğru. Belki olmasını istediği, belki de gelecekte bizim için hayırlara vesile olmayacak bir geleceği gösterir. Özellikle modern dönemimizde okuyucunun da romanın işçisi olarak ele alınması, yani kurmacanın satırlarına gömülen kişinin de romanın bir parçası olarak görülmesi önemli bir gelişme. Okuyucu romanlara kaçabilir, ondan feyz alabilir, bir yaşamı onun sayesinde öğrenebilir. Tüm bunların ışığında, göreceli de olsa iyi bir romanın sizde yaratabileceği etkileri derlemeye çalıştım.

1. Romanı bitirince aynı kişi olarak kalmazsınız


Evet; içerik ve biçim bakımından sizi tavlamış bir romanın en önemli tesiri bu olabilir. Romanı okumaya başladığınızda duyduğunuz merak, bitirdiğinizde elde ettiğiniz deneyimle son bulabilir. Ama bu deneyim de sizin hayatınıza, bakış açınıza, olayları değerlendirme şeklinize kalıcı olarak dokunur. Yoksulluğu anlatan bir teorik, kavramsal kitabı okuyarak yoksulluğu anlayabilirsiniz. Ancak bir yoksulluk ancak iyi bir romanda anlatıldığı zaman hissedilebilir.

2. Kelime hazneniz genişler


İşin biraz daha somut kısmına yöneliktir. Çeviri bir metin olsun ya da olmasın romanın içerisinde anlamlarını bilmediğiniz kelimeler olabilir. Bu kelimeler ara ara duyup o kadar da merak etmediğiniz ya da ilk kez okuduğunuz kelimeler de olabilir. Yeni bir kelimeyi dilinize katmak düşüncenizi, ufkunuzu genişletir. Zira dil, düşüncenin gelişimiyle doğru orantılıdır. Tabii bunun için esas gelişimi sözlükleri karıştırarak gösterirsiniz. Unutmayın ki kaç kelime ile konuşuyor, düşünüyorsanız o kadarsınız.

3. Bir yaşantıyı hissedebilirsiniz


Demin de dediğim üzere teorik kitap ve metinler anlamanızı sağlar ki bu oldukça önemlidir. Fakat hissetmeniz için gereken şey türlü yaşantılar görmenizdir. Roman bize bu yaşantıları, karakter ve olayları sayesinde fevkalade bir şekilde verir. Belki bu duygusal zekâ denilen yanımıza da hitap ediyordur.

4. Kafanızda sorular oluşur


Bazı romanlar belirsiz sonlarla biter. Bu tür sonlarda yazarın çoğu zaman bir kastı vardır ve okuyucu merakla yorum arasında gider gelir. Belirli, netleşmiş sonlarla biten romanlarda da aynı arayış yorum ve merakla ilerleyebilir. İnsanın kafasında soruları olması da herhalde iyi bir şeydir.

5. İnsanı anlamanız kolaylaşabilir


Yazarlar, şairler eğer ki büyüklerse, bir durumu, gelmekte ya da gitmekte olanı muştularlar. Geçmişte kalmış insanı, şimdinin ya da geleceğin insanını anlatabilirler. Belki hepsi psikoloji eğitimi almazlar ama eserlerinde insanın derinliklerine inen o cümlelerini görürsünüz. Herhalde bunun en şahane örneği Dostoyevski’dir. Psikanalizin kurucusu Freud da bu konuda şöyle der: ‘’Gittiğim her yerde, benden önce oraya gitmiş bir şair buldum.’’

6. Aynı tutkuyla bir başka roman arayabilirsiniz


Tutkuyla sayfalarını karıştırdığınız romanınız bittiğinde öfkelenmeniz normaldir. Belli bir süre sonra ise sizi en az bu şiddette kendisine bağlayacak bir başka romanın arayışçısı olabilirsiniz. Bu da sizi bir güzelliğin, iyi bir kurmacanın izini sürmeye götürebilir. Her şeye karşın belirtelim ki; romanlara bağlanıp dış dünyadan gözle görülür şekilde kopmak iyi bir şey değildir.

7. Romanın yazıldığı dönemi anlayabilirsiniz


Edebiyat – tarih ilişkisi üstünde çok durulan bir konudur. Bu ikisinin birbiriyle olan bağlantısı öyle kuvvetlidir ki onları ayırmanız mümkün olamaz. Bu bakımdan kimi romanlar vardır ki yazıldığı ve yazarının bulunduğu dönemin toplumunu aktarır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘’Kiralık Konak’’ı, Adalet Ağaoğlu’nun ‘’Ölmeye Yatmak’’ı yerli ürünlerimizden verebileceğim birkaç örnek. Böylesi romanlar iyi bir kurmacaya sahip olduğu gibi, bulunduğu dönemin özlemlerini, aile yaşantılarını, sokak kültürünü ve daha birçok şeyi size gösterir. Bu bakımdan bu tür romanlar bir bakıma tarihî bilginize de önemli şeyler katar.

8. Yazarın peşine düşebilirsiniz


Eğer yaşıyorsa imza günleri gibi toplantılara yoksa da onu anlatan yazı ve belgelere… Sizi böylesi etkileyen bir romanı yazan kişinin nasıl bir yaşam sürdüğünü merak edebilirsiniz. Yalnız şunu söyleyelim; bu her zaman, belki de çoğu zaman şenlikle sonuçlanmaz…

9. Yazarlığa niyetlenebilirsiniz


Şairlerin, yazarların ilk gençlik dönemlerinde sevdikleri diğer romancıları, şairleri taklit ettikleri bilinir. Daha sonra olgunlaşıp kendilerini yetiştirdikleri süreç içerisinde de özgün seslerini yakalarlar. Bu anlamda ‘’Ben de iyi bir kurmaca dünyası yaratmak istiyorum’’ gibi bir arzu duyabilirsiniz. Dünyanın en önemli yazarları arasında böyle bir öyküye sahip olan çok kişi vardır.

İyi Bir Romanın Sizde Yaratacağı Muhtemel 9 Etki ilk kez ListeList'te yayınlandı.

Romantik Şair Ümit Yaşar’ın Az Bilinen 10 Yergi Şiiri

$
0
0

Ümit Yaşar Oğuzcan denince aklınıza ne geliyor? Siz de onu bir Ayten’dir tutturmasıyla mı hatırlıyorsunuz? Ya da aşk okuyup aşk dokuduğunuzda çareyi Ümit Yaşar şiirlerinde mi arıyorsunuz? Haklısınız, sonuçta karşınızda romantik şiirlerin, melankolik dizelerin duygusal şairi Ümit Yaşar duruyor. Fakat şairimizin “sözüm meclisten dışarı” diyerek kalemi eline aldığı ve başta politikacılar olmak üzere birçok kişi ve durumu eleştirdiği, pek de bilinmeyen çokça yergi şiiri var. Öyle ki bu şiirleri topladığı kitabının ön sözünde “ve ben; hiciv şairi Ümit Yaşar,” diye başlıyor söze ve şöyle devam ediyor: “bugün yaşıyorsam, bu ön sözü yazıyorsam, bu kitabı yayınlıyorsam, öldürülmemişsem, diyardan diyara sürülmemişsem; bu da yaşadığım çağın onuru ve yıllardır hicvettiğim devlet adamlarının yüz akıdır. Bundan şiir adına, memleketim adına övünç duyuyorum.” Melankoliye kısa bir ara verip eleştiri oklarının peşinden edebi, tarihi bir serüven yapmak isteyenler için bu 8 yergi şiirini derledik, keyifli okumalar!

1. Sıkı Rejim

Elbette sıkı rejim yapmalı insan

Genç kalmak için

Ete, pilava, makarnaya paydos demeli, bir

Sabah kahvaltısından vazgeçmeli, iki

Akşamları hafif yemeli, üç

Sonra çok konuşmamalı

Her düşündüğünü söylememeli

Hatta çok düşünmemeli bile

İnsan bunları yaptı mı

Tığ gibi olur

Yaşlanınca da İsmet Paşa gibi olur

Çivileme atlar denize

Bir gece sabaha kadar uyumaz da

Bana mısın demez maşallah

Neden

Hep sıkı rejimin nimetleri bunlar

Rejim ne kadar sıkı olursa o kadar iyi olur

Bir kere insan kolay kolay hastalanmaz

Hele daha da sıkı olursa

Hastalık nedir bilmez

Bilse de söylemez

Sıkı rejimde yaşayan insan

Çok yemez

Çok konuşmaz

Çok düşünmez

Hülasa efendim

Sıkı rejimin faydaları saymakla bitmez.

Her pazartesi başlanmaya söz verilen ve hafta ortasında bozulan rejimler mi daha sancılıdır yoksa sıkı rejim mi, bunu ancak yaşayan bilir. “Hatalı bir devlet adamını ya da ünlü ve güçlü bir politikacıyı en açık, en vurucu bir biçimde hicvedebilmek şairliğin, hazırcevaplığın ve zekanın yanı sıra yürek ister her şeyden önce.” diyen Ümit Yaşar’a göre ise daha zor olan bir şey daha var: sancısını hissettiğin bir şeyi anlatmak, yani hiciv şairliği. Ancak ne kadar zor olsa da, yüreğini ortaya koyarak İnönü’yü eleştirdiği bu şiiriyle, bunda oldukça başarılı gözüküyor.

2. Johnson’un Mektubu

Okunsaydı bir defa

Anlardık neymiş vefa

Her türlü derde deva

Johnson’un mektubu

 

Onun duyduğu sevinç

Bizi sevindirmez mi hiç

Ez ez de suyunu iç

Şu Johnson’un mektubu

 

Edebiyatta tekmiş

Tarihe geçecekmiş

Sanki milyarlık çekmiş

Şu Johnson’un mektubu

 

Tersinden oku çevir

Eşi bulunmaz nesir

Neyin nesidir nedir

Şu Johnson’un mektubu

 

Üslubu pek ince mi

Manası derince mi

Bir sır mı bilmece mi

Şu Johnson’un mektubu

 

Yarası yok, gocunur

Belki bir gün okunur

Zülfiyâr’e dokunur

Şu Johnson’un mektubu

Bir mektup ki ne sevgiliden geliyor ne gurbetten, ne eski bir dosttan ne de kardeşten… Ümit Yaşar’ın diline düşen bu mektup ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’dan geliyor, taa nerelerden. Nedeniyse İnönü hükümetinin Kıbrıs Meselesi yüzünden yaşadığı devletlerarası bir sorun. Makarios’un Zürih Antlaşması’nı tek taraflı feshetmesi adadaki gerilimi arttırır. İnönü Time dergisine verdiği demeçte Batı ittifakına göndermeli olarak “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” sözünü edince Amerika’nın cevabı gecikmez ve Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunamayacağını söyleyen ünlü “Johnson Mektubu” gelir. Mektup gelir gelmeye de, onun ucunu yakmak bizim Ümit Yaşar’a düşer.

3. Demirel’in Dedikleri

Adamlar aya gidiyor

Demirel bismillah diyor

Sabrımız bitti diyor

Demirel maşallah diyor

 

Milletçe fakiriz, açız

Yalnız ölmek kaldı ucuz

Sorarsak ne yapacağız

Demirel inşallah diyor

 

Boşuna neylesek, nitsek

Gören yok eriyip bitsek

Bir parça ileri gitsek

Demirel illallah diyor

 

Düşmüş kıratın peşine

Candan sarılmış işine

Oturmuş sofra başına

Demirel elhamdülillah diyor

 

Hamama girip nalınla

Çıkarız açık alınla

Sen tut bildiri yayınla

Demirel fesuphanallah diyor

 

Ayaklar baştan habersiz

Başlar tıraştan habersiz

Atılan taştan habersiz

Demirel estağfurullah diyor.

Süleyman Demirel’in en çok eleştirilen, karikatürlere, şiirlere, hiciv yazılarına ve şarkılara en çok konu olan politikacı olduğunu söyleyebiliriz. Ümit Yaşar için de aynısı geçerli. El Ay’a giderken bizim ülke gündemiyle sıkışmışlığımız içine oturmuş biraz sanki. Bu şiiriyle Demirel’in rahatlığına “millet aç, aç!” tepkisi vermiş yıllar önceden.  Taşlamalarının yanında şu sözleri de eksik etmiyor ama: “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek isterim gönül açıklığıyla. 30 yıla yaklaşan yergicilik yaşamımda en çok hicvettiğim insan o oldu. Bunlara kızmayan, her yazılanı, çizileni hoşgörü ile karşılayan, darılmayan, alınmayan ve kin bağlamayan da o oldu yine.”

4. Kanlı Perşembe

Yalnız çarşambadan değil

Salıdan, pazartesiden

Ve nice Kanlı Pazar’lardan belliydi

Geleceği

Bu Kanlı Perşembe’nin

(…)

Boşu boşuna

İkiye bölündü gençlik

Solda devrimciler

Sağda milliyetçiler

Ne yazık

Sol da sağ da farkında değil

Devrimci olmak

Milliyetçi olmamak değil

Milliyetçi olmak

Devrimci olmamak değil

Bu sefer tarih 16 Mart 1978. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde yaşanan bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren 7 öğrenci, şairin dizelerinde can buluyor.

5. Borçlarımız ve Atasözlerimiz

Vatan borcu deyip

Devirdik M.C.’yi

Vicdan borcu deyip

İnandık Ecevit’e

Şimdi onlar yüzünden

Allaha can borcumuzu ödüyoruz

Teker teker!

(…)

Bir yanda

Uçan kuşa borçlanıp da

Borç yiğidin kamçısıdır diyenler

Bir yanda

Fakir halkımız

Yani yıllardır kamçı yiyenler!

“Bu zor günler yakında biter, ak günler başlar.” Bülent Ecevit önderliğindeki CHP’nin 1973 seçimlerinde Ak Günler şarkısı eşliğinde vaadi buydu. Buna karşılık Ümit Yaşar, “anladık ki bir düş’müş meğer bizim için ak günler” deyip yıldan yıla artan dış borcumuzu bu sözlerle eleştiriyor.

6. Şair Başbakana Şiirler

Parlamentomuzda

Bir avuç şiir heveslisi var

Ve bir hayli

Şiirden nasibini almamış olanlar

İnanın

İşi güç şair Başbakanın.

Ha bire

Bir enkaz devraldık diyorsun

Daya kamyonları

Kaldır şu enkazı

Daha ne bekliyorsun?

Ecevit bilindiği üzere şairlik yönüne de sahip bir politikacıydı. Ülkenin başbakanı şair olunca, bir hiciv şairinin de en büyük silahı dizeler oluyor elbette. O yüzden Karaoğlan, Ümit Yaşar’ın en çok andığı isimlerden biri.

7. Bankerzede Destanı

Biri çıkıp güvenli yol gösterdi

Herkes iyi kötü toplayıp verdi

Hepsinin de başı göklere erdi

 

Hak kulunu şaşırtmasın bir kere

Gitti gider yatan para bankere

 

Almak umuduyla en büyük payı

Kimi evi sattı, kimi arsayı

Üç beş tilki topladılar parsayı

 

Hak kulunu şaşırtmasın bir kere

Gitti gider yatan para bankere

(…)

80 sonrası yazdığı şiirlerinde siyaset yasağı nedeniyle ekonomik konular daha ağır basıyor. Kendi sözleriyle “Kastelliler, Kaçtelliler, bankerler, mankerler, YÖK’ler, yoklar, Anayasa, Babayasa bu dönemin flaş konuları oluyor.”

8. Kendime Taşlar

 

Yirmiiki Ağustos dokuzyüzyirmialtı

Şerefsiz bir dünyaya yanılıp teşrif ettim

Ne kadar tezat varsa onlarla dolu ömrüm

Karalarla akları tam kırk yıl telif ettim

 

Gördüm her çeşidini üzüntüyle kederin

Şükür çirkinliğimi yüzüme vurmadılar

Hatası affedilmez valideyle pederin

Dünyaya getirirken fikrimi sormadılar

 

Talihim pek açıktır dosttan, dostluktan yana

Vardır her felakette dostlarımın markası

Öyle çoktur sayılmaz yediğim dost kazığı

Sağlam kalan sadece kulağımın arkası.

Edebiyat dünyamızda kendini bir türlü beğenmeyen edebiyatçılarımız hayli fazla. Bu şiirden anladığımız kadarıyla Ümit Yaşar da bu gruptan. Yazdığı yergi şiirleriyle hiçbir zaman ceza almasa da, sıra kendini yargılamaya geldiğinde acımasız olabiliyor şairimiz.

 

 

Romantik Şair Ümit Yaşar’ın Az Bilinen 10 Yergi Şiiri ilk kez ListeList'te yayınlandı.

Şiir Kralı (!) Florinalı Nâzım ve Başına Gelen Binbir Komik Olay Hakkında 8 Bilgi

$
0
0

Asıl adı Mehmet Nâzım Özgünay olan Florinalı Nâzım (1883 – 1939) yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar pek çok fıkra, karikatür ve espriye konu olacak bir hayat yaşar. Onun hayatının önemli bir bölümü, kendisinin dahi, bilge bir şair olduğunu ispat etmeye çalışmasıyla geçer. Kendine yönelik bu övgüleri sağlamak için giriştiği yollarsa onun türlü şakalara konu olmasının önünü açar.

1. Erken yıllar


1883 Florina doğumlu olan Türk şair ilk ve ortaöğrenimini babasının görev yaptığı manastırda görür. Ardından 1901’de İstanbul Hukuk Mektebi’nde eğitim görür ve 1906’da mezun olur. Mezun olduktan sonra da memurluk, şube müdürlüğü, Polis Dergisi müdürlüğü gibi görevlerde bulunur.

2. Erişilmez bir dahi


Florinalı Nâzım’ın hayattaki en büyük hedefi; erişilmeyen, sırları çözülememiş, deha sahibi bir şair olduğunu kanıtlamaktır. Bunun için türlü yollara başvurur. En acayipleri arasında; yazı ve şiirlerini yayımlayacak bir mecra bulamadığı için ücretini ödeyerek gazetelerin ilân sayfalarında yayımlatması yer alır. Yine bir diğer metodu da yazar ve şairlerin dostluklarını kazanıp onlara zor günlerinde yardım ederek bundan kendisine bir pay çıkarmaya çalışmasıdır. Florinalı Nâzım bu sayede onlara kendi şiirlerini gönderir ve imzalı fotoğraflarını ister.

3. Tevfik Fikret merasimi


Büyük şairlerimizden Tevfik Fikret için bir tören düzenler. Bu sayede basında kendisinden bahsedilmesini sağlar. Florinalı Nâzım’ın ayrıca Peyami Safa, Abdülhak Hâmid gibi şairlerle de ilişkileri vardır. Özellikle Hâmid’e büyük saygı ve sempati duyar. Şairin ‘‘Florinalı‘nın Türk Şiir Krallığı Neden ve Nasıl Doğmuştur‘‘ adlı bir de kitabı vardır.

4. Abdülhak Hâmid hayranlığı


Florinalı Nâzım, büyük ve erişilmez bir dahi olma yolunda kendine Hâmid’i örnek alır. Tıpkı onun gibi devasa bir şair olmayı arzular. Onun yakınında yamacında bulunmayı da eksik etmez. Öyle ki Hâmid’in eşini kaybedince yazdığı ‘’Makber’’inden hareketle kendisi de karısının vefatı üzerine ‘’Zeyl-i Makber’’i yazar. Florinalı Nâzım kendisini Hâmid’in edebî veliahdı olarak görür.

5. Kendisine takılan alaycı sıfatlar


Abdülhak Hâmid, kendisini veliahdı olarak gören Florinalı Nâzım’a “Büyük Şair” sıfatını verir. Devrin şiir konusundaki diğer otoritelerinden Tevfik Fikret ve Samipaşazade Sezai de onu rütbe ile onurlandırırlar. Peyami Safa da Florinalı Nâzım’a “Şiir Kralı” lakabını verir. İşin komik yanı şu ki bu vasıf ve rütbelerin hepsi de ironi ve biraz alay içerir. Ancak o kendisine devrin önde gelen şairleri tarafından verilen bu vasıfları gururla taşır.

6. Selahaddin Enis’ten hoş bir anı


Dönemin Şebab dergisinde çalışan Selahaddin Enis, dergide toplanıp yapılan sanat sohbetlerinden birine bir gün Florinalı’nın da geldiğini söyler ve akabinde şunları aktarır: Florinalı Nâzım, müthiş konuşan bir adamdı. Bir beyan talâkatı ki kolunuza girdiği zaman eğer söz dinlemeye tahammülünüz ve ayaklarında onunla yürümek kabiliyeti varsa yirmi dört saat yürür ve yirmi dört saat onun devamlı ve inkıtasız sözlerini işitebilirsiniz. İşte bundan dolayı idi ki Florinalı’nın gelmesiyle değişen muhitimizde susmaya ve sadece onu dinlemeye mecbur olurduk. Çünkü Florinalı aman zaman dinlemez, kendisinden başka kimseye konuşmak hakkı vermezdi.

7. Bilinmeyen bir şiiri


Şiir Kralı Florinalı Nâzım’ın şiirlerinden biri:

Gecenin karanlık, derin semasında
Peri alayları, eb‘adı kucaklar
Ay çıkınca hepsi bulut gibi kaçar
Gizlenir kamerin altın ziyasında
Hüsün ilahesinin gölgesi midir?
Gümüş bir tül gibi yayılan mehtab
Yıldızlar, ruhuma ederken hitab
Nur dalgalarıyla zulmetler erir
Saf köpükler gibi envarı akar
Cihanı kaplayan mavi denizin
O parlak aleme, yükselmek için
Ruhum, şevk içinde göklere bakar

8. Kâinatça tanınmış Türk şiir kralı: Florinalı Nâzım ve şaşaalı edebî hayatı (Beşir Ayvazoğlu)


Beşir Ayvazoğlu’nun bizim de yer yer kaynak olarak kullandığımız kitabı unutulmaya yüz tutan bu nevi şahsına münhasır şairimizi tekrar hatırlamaya yardımcı olabilir. Sanat hayatı, şairlerle olan münasebeti, kendini övmek adına verdiği reklam ve ilânları kitapta bulabilirsiniz.

Şiir Kralı (!) Florinalı Nâzım ve Başına Gelen Binbir Komik Olay Hakkında 8 Bilgi ilk kez ListeList'te yayınlandı.

Osmanlının En Büyük Beş Matbaasından Birinin Sahibi Artin Asaduryan Hakkında 8 Bilgi

$
0
0

Türk matbaa ve basınının çok hummalı bir geçmişi vardır. Bunu diyerek, dönemin matbaa sahiplerinin verdiği çeşitli uğraşıları kast ediyorum. Eski birçok yayın organımız, yani dergi ve gazetelerde; toplumsal adalet, ahlak, hukuk, eğitim, din gibi temel meseleler ele alınır. Türk matbaacılığı ve gazeteciliğinin ivme kazandığı Tanzimat Dönemi ve İkinci Meşrutiyet de basınımızın gelişim gösterdiği önemli tarihî noktaları oluşturur. Özellikle İkinci Meşrutiyet’in getirdiği bazı anayasal özgürlükler Müslüman olan, olmayan ve yabancı dilde gazete çıkaran herkesin faydalandığı hususlar olur. Öyle ki bu dönemin ilk 1 senesi içerisinde üç yüzden fazla gazete ve dergi yayın hayatına başlar. Bu devirlerde matbaa ve gazetecilik yapan isimlerden biri de Ermeni asıllı Artin Asaduryan’dır. Osmanlı döneminde Ermeni matbaacılığının ayrıca bir önemi olduğunu da hesaba katarsak Türk yayın tarihinin önemli isimlerinden Artin Asaduryan’ı öğrenmemiz için çok sebebimiz var.

1. Artin Asaduryan’ın Hayatı


Aslen Kayserili olan Asaduryan 1850’lerin başında Kayseri’de doğar. Buradaki eğitim hayatını tamamlayarak genç yaşta İstanbul’a gelir. Burada dizgicilik yapmaya başlayarak matbaa ve basın hayatına da girmiş olur. 1880’lerin başında Şirket-i Mürettibiye Matbaası’nı satın alarak işlerini büyütür. Matbaasında tiyatro afişleri, çeşitli kitaplar, muhasebe defterleri basılır. Türkçe, Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Rumca, Rusça, Ermenice olmak üzere toplam 8 ayrı dilde baskı yapılır. Titiz çalıştığı ve kaliteli ürünler ortaya çıkardığı için kısa sürede dikkat çeker ve ışıldar. Ayrıca evli olan Asaduryan’ın sayısı tam olarak bilinmemekle beraber fazlaca erkek çocuğu vardır.

2. Meşhur Bâbıâli Caddesi


İstanbul Fatih semtinde yer alan Bâbıâli Caddesi bugün olduğu gibi o zamanlarda da yayıncılık sektörünün merkezî yerlerinden biridir. Asaduryan’ın matbaası da zaten Bâbıâli Caddesi’ndedir. Reşid Efendi Hanı’nda 52 numarada yer alır. Matbaa hem harf hem de taş baskı yapabilecek kapasiteye sahiptir.

3. Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası


1894 senesine değin ‘’Şirket-i Mürettibiye Matbaası’’ adıyla faal olan matbaa bu tarihten sonra adını değiştirmek zorunda kalır. Hükümetin ‘’şirket’’ kelimesini yasak etmesinden dolayı matbaanın adını “Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası” olarak değiştirir. II. Abdülhamid devrinin en aktif matbaalardan biri olur.

4. Hapishane yolu


Artin Asaduryan, Ermenileri de kapsayan 24 Nisan 1915 tarihli genelge ile tutuklanır ve 2 ay Ayaş Hapishanesi’nde kalır. 27 Haziran 1915 tarihli telgraf emri ise onun hapisten çıkmasını sağlar. Bu telgraf emrini ise dönemin Dâhiliye Nezareti çeker.

5. Matbaasının başarısı


Artin Asaduryan’ın matbaası, 19. asırda gelişim gösteren Türk basının çok önemli bir yerindedir. Ortaya çıkardığı kaliteli yayınlar, sürekli faal oluşu matbaanın ışıldayan bir demir olmasını sağlar. 1863 ile 1900 yılları arasında 567 adet baskı yaparak İstanbul’da Türkçe eser basan matbaalar listesinde dördüncü sırayı kapar. Ayrıca edebiyat alanında da iki yüze yakın baskısıyla yine üst sıralarda yer almayı başarır. 1889’dan 1928’e kadar yıllık ortalama 36 adet eser basmayı başarır.

6. Malumat dergisi


Artin Asaduryan’ın matbaası pek çok süreli yayının da çıktığı yer olur. Bunlar arasında Aşiyan, Ceride, Ceride-i Baytariye ve Ziraiye, Mecmua-i Fünûn-i Baytariye, Musavver Karnaval yayınları yalnızca birkaç örnektir. Fikir vermesi açısından Malumat dergisini biraz açarsak; Mehmed Fuad ile Artin Asaduryan’ın birlikte çıkardıkları bir dergidir. Yayın hayatına Şubat 1894 yılında başlayan dergide Tevfik Fikret, Süleyman Nazif, Abdullah Cevdet önemli şairler yer alır. Bu bakımdan Malumat’ın Türk edebiyat tarihinde de önemli bir yeri vardır.

7. İlk ”Deniz Altında Yirmi Bin Fersah” çevirisi


Fransız yazar ve gezgin Jül Vern tarafından yazılan ve günümüzde ”Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” olarak bildiğimiz kitabın ilk çevirisi Asaduryan’ın matbaasında basılır. Sene 1890’ı gösterir. Henüz o dönemde matbaanın adı Artin Asaduryan Şirketi Mürettibiye’dir.

8. Kapanış


Fotoğraf, ”Deniz Altında Yirmi Bin Fersah” çevirisinden. Artin Asaduryan, 19. yüzyıl Türk basın tarihinin önemli ve üretken bir ismi olarak tarihimize geçer. Matbaasından çıkan pek çok yayının ahlak, hukuk, eğitim, din, siyaset gibi önemli kavramları içermesi onun kültür ve düşünce dünyamıza yaptığı katkıları da gösterir. Edebiyat-ı Cedide topluluğunu bir araya getiren Tevfik Fikret, Süleyman Nazif gibi genç şairleri Malumat dergisi etrafında toplayarak edebiyatımızın gelişiminde de bir yere sahip olur. Artin Asaduryan’ın matbaası, bugün hala o devrin siyasî, sosyal, kültürel, askerî pek çok alanını kavramak ve incelemek için belge niteliğindedir.

Kaynak: 1


Dokunduğu Her Şeyi Şiire Çeviren Şairimiz İlhan Berk’in Az Bilinen 11 Düzyazısı

$
0
0

İlhan Berk, İkinci Yeni’nin öne çıkan bir şairi olarak Türk şiirinin özgün sanatkârlarından biridir. O her şeyden evvel bir şair, kendi deyimiyle “lirik ve görsel” bir şair. Şiirde büyük bir üretkenliğe giden ve her ürününde de kalitesini sürdüren Berk, elinin altındaki konular olsun, uzanıp ulaşması gereken konular olsun her şeyi şiire dönüştürmüş bir usta. Sırf içeriği mi onu özel kılan? O, şiirde yeni teknik ve yöntemler de deneyerek devinimini sürdürmeyi bilir. Şiiri sürekli bir yenilik halinde olan Berk, bize aynı derece önemli olan ama daha az bilinen düzyazılar da bırakır. Günlük, hatıra, deneme türlerinde verdiği eserlerden birkaçı şunlardır: Şairin Toprağı, Ben İlhan Berk’in Defteriyim, Şifalı Otlar Kitabı… İlhan Berk’in gündelik konulardan kültür sanata, coğrafyadan tarihe, zoolojiden biyolojiye değin anlattıkları onun kapsamlı bir anlatıcı olmasının da doğal sebebidir. Haydi bize her şeyi anlatan şu güzelim öğretmenin nesirlerine kulak verelim!

1. Yazmak ve yaşamak


“Nedir yaşamak? Yaşamak benim için dünyayı algılamak, kavramak, bulgulamak, ona bir anlam vermektir. (…) Neler var bu yeryüzünde, dedim. Gördüm ki evler, sokaklar, insanlar, çarşılar, dükkânlar, ağaçlar, ovalar, sular, gök, hep gök ve insanlardı yeryüzü. Büyük bir kitap gibiydi daha çok. (…) Böyle gittim geldim ben de o kitapla. Ne zamana kadar? Yazmaya başlayıncaya değin. Ama yazmaya başlayınca iş değişti, yazmaya başlayınca değiştim. Evler, sokaklar, insanlar hep vardı yine; ama ben evleri, sokakları, insanları bir başka görmeye başladım. İşte bu zaman yazmakla yaşamak birleşti bende. İkisini birbirinden ayıramaz oldum. Daha da önemlisi yazmak, yaşamın yerini aldı. Yazmadan yaşamak diye bir şeyi anlamaz oldum. Artık bir suya, bir eve, bir sokağa, insanlara yazmak için, bir onun için bakar oldum. Bir yaprağı bunun için elime alıyordum, bir sokaktan geçerken, bir kadına, bir adama, bir kuşa, gökyüzüne bakarken, hep yazmak için bakıyordum. Yaşamımın artık başka bir anlamı yoktu, her şey ama her şey yazılmak içindi.”

2. “Kendim”


“Deniz boyu yürüdüm, sonra da dağlara vurdum. Bir cırcırböceğinin sesini dinledim. Doğanın ortasında buldum böyle kendimi. Dağların, yamaçların, ağaçların, suların sessizliğine şaştım. Bu varoluşu doğruladım istemeyerek. Sonra her şey kımıldadı. İlkin karıncalar çıktı, devinimin kendisi gibiydiler. Bir Süleymancık taşın arasından başını çıkardı, beni gördü, çekildi. Kendime geldim böyle. Ama doğaya karışamadım. Bir yosun, bir ot, bir deniz parçası olamadım. Çaresiz, onlara baktım, durdum. Bu da beni gönendirmedi. Kendimden gene: Her yere götürdüğüm kendim.”

3. Her şeyi yazmak


“Dünyada gördüğüm, ilgimi çeken her şeyi yazmak istiyorum. Özellikle de bir kıyıya atılmış, bir şey olanlarla, bir şey olmayanları uykularından uyandırmak, kaldırmak, dünyada olduklarını duyurmak istiyorum. Dünyada anlamsız bir şey yoktur. Her şey anlam yüklüdür. Dünya dediğimiz böyle bir yerdir. Bu bilinsin diyorum. (…) Ben çamura, çamur diye bakmam; her şeye bir anlam verdiğim gibi, ona da bir anlam veririm. Onu dünyamızın bir kulu gibi görürüm. Çöpe, boka da öyle bakarım.”

4. Karıncalar


“Bir karınca yuvasından bir başına çıktı. Bir taşın üstüne çıkıp durdu. Güneşleniyor. Yalnız. Karıncalar bir başlarına yaşamazlar, yalnızlığı bilmezler diye düşünürdüm hep. Değilmiş! Bir karınca da tek başına yaşamaya özlem duyabiliyor.”

5. “Tavanım gökyüzüdür”


“Evde en çok sevdiğim yer, evin iç avlusudur. Hiçbir şey görünmez oradan, ama tavanım gökyüzüdür. Yerimden kımıldasam denizi görürüm, ama ben onu görmem. Denizi ancak içindeyken severim, bakmam ona. Bir yaprağı, bir taş parçasını, bir su birikintisini rahatça yeğleyebilirim ona. Aslında kendini tanımak için yazar, her yazar. Kendi tarihini, kendi coğrafyasını, kurmak için. Bunun için seçtiğim yerler, beni yansıttıkları ölçüde vardır. Benim coğrafyamdır onlar. Burada (Halikarnassos’ta), kentin dışında Yokuşbaşı’nda bir köy kahvesi vardır, köylüler, orman koruyucuları, bekçilerdir müşterileri. Oraya giderim, orada kendimden çıkmış gibi olurum.”

6. Resim ve şiir


“Klee, soyut resmin Picasso’dan sonra biricik büyük ustası galiba. Picasso gibi bir ressam yaşarken, onu hâlâ soyut resmin ustalarından biri gibi görmek belki güç bir şey, ama Klee’nin böyle bir yönü var işte. Klee, o köylünün dediğini yapıyor: Olmayanı. Sarı Kuşlu Manzara’sı böyle bir resim. Sonra Ad Marginem, Garip Bahçe, Vahşi Adam. Öteki resimleri tüm bilmediğimiz biçimlerin resimleri hep. (…) Resimlerden yıllardır duygulanırım. Şimdi Klee’nin bana yaptığı bir bakıma bu. Klee beni coşturuyor. Duvardaki o resmi büyük bir şiire doğru götürüyor beni. Adını buldum bile Klee’de Uyanmak. Belki sonra mısra şöyle olacak: A’lar, U’lar, V’lerle olmak, Paul Klee’de Uyanmak”

7. Şiirde düşüncenin yeri


“Şairleri ikiye ayırmalı: Düşünceleri olan şairler, düşünceleri olmayan şairler diye. Mehmet Akif, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Aragon düşünceleri olan şairlerdir. İkinciler için de Baki, Şeyh Galip, Ahmet Haşim, Nerval, Mallarmé, Verla

Dev Şair Nâzım Hikmet’in Dostoyevski’den Sait Faik’e Kadar Övgülerde Bulunduğu 12 Mektubu

$
0
0

Nâzım Hikmet, Türk şiirinin serbest ölçüye geçmesindeki öncü isim. Dünya şairi. Sevdaları sevda, kavgası kavga. Kimi zaman bir eldiven seçer kendine, hasreti anlatmak için. Kimi zamansa biricik Vera’sının saman sarısı saçlarını. Hakkında önemli otoritelerce söylenenlerin hepsi şu çatı altında birleşir: o, cesaretle yüreğin bedene bürünmüş halidir. Yazdığı gibi yaşar, yaşadığı gibi yazar. Bugün hâlâ tüm dünyada en büyük şairlerden biri olarak anılması ise övünç kaynağımızdır. Bunun yanında o çok ciddi bir entelektüeldir. Sanatta yöntem sorununu ele alır bazen, bazen de üslubu, içeriği, biçimi. Fransızca bilir, Tolstoy’un Suç ve Ceza’sının çeviri ekibinde bulunur, resim yapar. İşte usta şairin sanat, edebiyat ve Dostoyevski’den Charlie Chaplin’e, Yaşar Kemal’den Sait Faik’e kadar düşüncelerini içeren mektuplarından alıntılar!

1. Sanatta tezlilik


“Davası, meselesi olmayan kitap, kitap değildir. Dikkat et, bütün büyük kitaplar, roman, şiir falan, insanların karşısında bir davayı öne süren, bir meseleyi ele alan, onu edebiyat çerçevesi ve kanunları ve imkanlarıyla halle çalışan kitaplardır. Bu dava ve mesele ne kadar insana yakın, ne kadar kendi devrinin ve hiç olmazsa yakın geleceğin davası ve meselesi olursa kitap o kadar büyük ve değerli olur. Davası olan kitap, kavgası olan kitap demektir. Kavgasız kitap hareketsiz kitaptır, hareketsiz kitap ise ölüdür.”

2. Sanatın yapısı


“Anadolu’ya, işgal altındaki İstanbul’dan geçişimde ve bilhassa Bolu’ya gelip halkla, hele köylüyle yakından temasımda ve Sovyet Rusya’da olup bitenleri kulaktan duyup, Marx’ın, Lenin’in isimlerini filan da işitişimde, şiirle yeni şeylerin, şimdiye dek söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte ilk önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. Şekilde yenilikler daha kolaylıkla yapılır genel olarak…”

3. Shakespeare


“Şimdi gelelim bende Shakespeare hakkında sorduğun suale: Kanaatimce, bu büyük sanatkârın üzerinde durulması gereken en mühim başarısı, bir sosyal intikal, hatta sosyal bir inkılâp devri başlangıcında, göçmekte olanı ve gelmekte bulunanı sezmesidir. Onun için şöyle derler: ‘Shakespeare ebedi insan karakterlerini, ebedi ihtirasları, kederleri, sevinçleri, iyilikleri ve kötülükleri en mükemmel şekiller içinde tespit etmiş olan sanatkârdır.’ Sahneye konacak, sahnede tutacak bir piyes için söz ve aksiyon aynı kudrette olmalıdır, kanaatindeyim. Bence hâlâ en büyük tiyatro müellifi Shakespeare’dir.”

4. Tolstoy


“Tolstoy’un Harp ve Sulh adındaki romanını Ankaralı bir zat ile birlikte Maarif Vekâleti’ne tercüme etmekteyiz. Ben, muhakkak ki çok kötü bir mütercimim, daha doğrusu sayın ihtiyara karşı öyle bir hayranlığım var ki, tek kelimesini bozacağım diye ödüm kopuyor. (…) Yalnız bir mesele var: Tolstoy’dan sonra yazı yazan ve insanları sanat hokkabazlıklarına başvurmadan ve sade şekiller içinde oldukları ve hatta olacakları gibi vermeye çalışan her yazıcıda, Tolstoy’u isterse hiç okumamış olsun mutlaka onun izlerini bulursun. Çünkü bu dehşetli adam bir sanat devrinin başlangıcıdır, hem de kemale ermiş bir başlangıç.”

5. Charlie Chaplin


“Ne yazık ki ben Şarlo’nun son filmini görmedim. Ama bak ne oldu. 20. yüzyılın en büyük dram yazıcısına, rejisörüne yani asrımızın Shakespeare’ine; dünya barış hareketi, dünya barış mükâfatını verdi. Ben, bu dünya barış mükâfatlarını dağıtan jürinin başkanıydım. Bu mükâfatı meşhur bestekâr Şostakoviç’e de verdik. İkisinin de diplomalarını imzaladım. Ömrümde imzam böylesine şerefli ve tarihi vesikaya ilk defa konduğu için, kağıtları imzalarken bayağı elim titrediydi.”

6. Dostoyevski


“… Sonra yine öyleleri vardır ki, hayatı bir çıkmaza girmiş, karanlık bir yol üzerinde giden ve karanlıkla nihayetlenen bir yol gibi aksettirirler: Bunlar ümitsiz kitaplardır… Fakat kütüphanende ümitsiz kitaplara misal çok var: Dostoyevski’nin romanları…”

7. Yahya Kemal


“Sonra üçüncü şiirimi 16 yaşımda galiba, yazdım. Büyük bir Türk şairi, Türk şiirine o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemal anama sevdalıydı sanırsam. Evde şiirlerini okurdu anam. Bahriye mektebinde tarih öğretmenimdi şair. Kız kardeşimin kedisi üstüneydi yazdığım şey. Yahya Kemal’e gösterdim, kediyi de görmek istedi ve şiirimde anlattığım kediyi gördüğü kediye o kadar benzetmedi ki, bana: ‘Sen bu pis, uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın’ dedi.”

8. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir)


“Şair büyük şairdir. Hiçbirimiz onun ayarında klasik manasıyla, lirik anlayışla şair olamadık. Fakat oğlanda bu şairlik öyle azıtır ki, bazan ŞAİRANE olur.”

9. Sait Faik


“Yahu şu son günlerde Sait Faik’in hikâyelerini okuyorum tekrar. Allah rahmet eylesin, ne büyük, ne gerçek şairmiş oğlan. Onu son gördüğümüz günler saatlerce düşündüm. Yüreğim burkuldu…”

10. Sabahattin Ali


“Şunu söylemek istiyorum ki, Sabahaddin Ali bizim Türk edebiyatının büyük şehididir. Hürriyet için milli bağımsızlık için döğüşen Türk halkının büyük şehidi. Ve zannediyorum ki, bizde gerçek halk edebiyatının da ilk kurucularından biridir.”

11. Aziz Nesin


“…Burada Aziz Nesin, mizah yazarlarının başlıcalarından oldu. Onun bu haklı başarısına seviniyorum.”

12. Yaşar Kemal


“Yaşar Kemal’i sever misiniz? Siz de benim gibi Türk edebiyatını seviyorsunuz, ne hoşuna gidiyor… Çok güzel röportajları çıktı… Çok çok istidatlı bir çocuk. Yani, çocuk mu bilmiyorum ya, belki de benden yaşlı. Yani çok istidatlı bir sanatkâr. Allah razı olsun.”

İşte Tomris Uyar’ın Derslerinde Okutmak/İncelemek İçin Seçtiği Öyküler

$
0
0

Çoğu insan onu İkinci Yeni’nin gelini, 3 büyük şairin âşık olduğu kadın olarak bilse de o aslında Türkçenin en iyi öykücülerinden biri. Evet, doğru tahmin ettiniz, Tomris Uyar’dan söz ediyoruz.

Türkçenin en iyi öykücülerinden olmasının yanı sıra iyi bir deneme yazarı, eleştirmen ve aynı zamanda da başarılı bir çevirmendir. Çoğu metinde Tomris Uyar’ın söylediği sözler alıntılanmış, yazdığı yazılar haberleştirilmiş. Biz de bir farklılık yapalım istedik ve Tomris Uyar üzerine incelemeler yapan akademisyen Handan İnci’nin bir tweet’i sayesinde böyle bir liste hazırladık.

Handan İnci’nin çalışma dosyasından yaptığı listeye göre işte Tomris Uyar’ın derslerinde okutmak/incelemek üzere seçtiği bazı öyküler ve yazarları:

1. İlki / Vüs’at O. Bener

1950 kuşağının en önemli isimlerinden olan Bener’in “Dost – Yaşamasız” adlı kitabında yer alan bu öykü, İngilizceye de çevrildi. Semih Gümüş’ün deyimiyle “İlki” öyküsü “kusursuz ve bir anın değil de uzun bir hikâye zamanı ile kişilerdeki değişimin kısa öykünün sınırları içinde nasıl verilebileceğinin de iyi örneklerinden biri.”

2. Taşralı/Füruzan

1968’de Cemal Süreya’nın Papirüs’ünde yayımlanan “Taşralı”, daha sonra ise yazarın “Parasız Yatılı” kitabında yer aldı. Füruzan’ın bu ilk kitabı 1971 yılında büyük ilgi gördü ve Sait Faik Öykü Ödülü’nü de kazandı.

3. Boşlukta Mavi/Nezihe Meriç

Nezihe Meriç’in ilk kitabı “Bozbulanık”ın en güzel öykülerinden biridir belki de “Boşlukta Mavi”. Meriç kadın hikâyelerini en başarılı anlatan öykücülerden…

4. Babamdı/Erdal Öz

Babamdı, Öz’ün 1954-1958 yılları arasında yazdığı sekiz öyküyü bir araya getiren “Yorgunlar”ın içindeki öykülerden biri. Öz, “Yorgunlar”ı daha sonra bir daha yayımlamadı ancak kitapta yer alan “Babamdı” öyküsü de dahil bazı öyküler daha sonra “Havada Kar Sesi Var”da yeniden yayımlandı.

5. Dönüş/Ferit Edgü

50 kuşağının bir diğer önemli öykücülerinden olan Edgü’nün “Dönüş” öyküsü “Bir Gemide” kitabının içinde yer alıyor. “Bir Gemide” aynı zamanda 1979 Sait Faik Armağanı’nı da aldı. “Dönüş” yazıldığı günden bugüne güncelliğini yitirmemesi ile okuyucunun beğenisini kazandı.

6. Geceden Geceye Araba Kaçıran Adam/Bilge Karasu

“Günlerden deniz, sulardan salı, Yürürden vatos, yüzerden kedi…” sözleriyle açılan bu öykü, Bilge Karasu’nun “Göçmüş Kediler Bahçesi” kitabında yer alıyor.

7. Sinağrit Baba, Mahalle Kahvesi, Öyle bir Hikâye/Sait Faik Abasıyanık

Usta öykücü Sait Faik’in “Sinağrit Baba”sı ve “Mahalle Kahvesi” öyküleri “Mahalle Kahvesi” kitabında yer alırken “Öyle bir Hikâye” ise “Alemdağ’da Var Bir Yılan” kitabında yer alıyor.

8. Kara Çarşaflı Gelin/Bekir Yıldız

Bekir Yıldız’ın töre üzerine yazdığı bu hikâye aynı zamanda Vedat Türkali’nin Yıldız’ın üç öyküsünden yola çıkarak senaryolaştırdığı bir filme de adını verdi. Film çok kez sansür kuruluna takılsa da 1977 yılında Altın Portakal kazandı.

9. Hayat Ne Tatlı, Feminist/Memduh Şevket Esendal

Çehov tarzı öykünün öncülerinden biri olarak anılan Esendal’ın “Hayat Ne Tatlı” öyküsü “Mendil Altında” kitabında yer alıyor.

Feminist ise Memduh Şevket Esendal’ın “Temiz Sevgiler” adlı 1965 basımı kitabında yer alıyor. Ancak öykü 1940’larda yazıldı.

10. Portakal, Yeni Dünya/Sabahattin Ali

Sabahattin Ali’nin Portakal’ı 1947 yılında yayımlanan “Sırça Köşk” kitabında yer alıyor. “Yeni Dünya” öyküsü ise aynı zamanda başka bir kitaba da adını veriyor.

11. Hanife/Sevgi Soysal

Hanife; Soysal’ın son hikâye kitabı olan ve 12 Mart 1971 öncesi ile 12 Mart 1971 sonrası yazdığı hikâyelerinden oluşan “Barış Adlı Çocuk” kitabında yer alıyor.

12. Koçinalar/Haldun Taner

Haldun Taner öykücülüğü dendiğinde akla ilk gelenlerden biridir “Koçinalar”. Taner’in mizahi dille kaleme aldığı Koçinalar öyküsü aynı zamanda kitaba da adını veriyor.

13. Annemin Sardunyaları/Selim İleri

Selim İleri’nin etkileyici öykülerinden olan “Annemin Sardunyaları”, “Pastırma Yazı” kitabında yer alıyor.

14. Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya/Oğuz Atay

“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” serzenişiyle hafızalara kazınan Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya” öyküsü “Korkuyu Beklerken” kitabında yer alıyor.

15. Diyet, Gizli Mabet/Ömer Seyfettin

“Diyet” ve “Gizli Mabet” öyküleri aynı zamanda Ömer Seyfettin’in kitaplarına da adını veriyor.

16. Bir Tren Yolculuğu/Ahmet Hamdi Tanpınar

“Bir Tren Yolculuğu” öyküsü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yayımlanan iki hikâye kitabından biri olan “Yaz Yağmuru” kitabında yer alıyor.

17. Bacayı İndir, Bacayı Kaldır/Sadri Ertem

Toplumcu gerçekçi yazarlardan olan Ertem’in “Bacayı İndir, Bacayı Kaldır” öyküsü yine aynı isimle 1933’te kitaplaştırıldı.

18. Taksim-Maçka/Pınar Kür

PINAR KUR / FOTOGRAF MUHSIN AKGUN RADIKAL KITAP

Pınar Kür’ün ilk öykülerini içeren ve 1981’de basılan öykü kitabı “Bir Deli Ağaç”ın içinde yer alır.

19. Ölü/Leylâ Erbil

Kendine özgü diliyle Türk edebiyatının en önemli yazarlarından olan Leylâ Erbil’in “Ölü” öyküsü “Gecede” isimli öykü kitabında yer alıyor.

Büyük Hümanist Desiderius Erasmus ve Deliliğe Övgü Kitabından Deliliği Anlatan 11 Alıntı

$
0
0

Desiderius Erasmus (1466 – 1536) hümanizmin öncülerinden bir isim olarak nitelikli ve insanları etkileyen biriydi. Hollanda’da doğup İsviçre’de ölen Erasmus aynı zamanda bir rahipti ve Protestan Reformu’nun tohumlarını atanların başında geliyordu. Bağımsız ve özgür bir araştırmacı, yazar olarak kalabilmek için pek çok önemli pozisyonu geri çevirmekte de tereddüt etmedi. Yeni Ahit’in daha fazla kitleye ulaşabilmesi ve anlaşılması adına onu Latinceye çevirdi. Din kanadının baskıcı ve otoriter yaklaşımını asla kabul etmedi, dini inancın önemini “Tanrı ile insan arasındaki özel bir ilişki” olarak değerlendirdi. Hümanist mantığın içerisinde birçok alanda da üretken bir yazar olmayı sürdürdü. Onun eğitici, öğretici yazıları skolastik anlayışın yerini hümanist fırça darbeleriyle değiştirdi. Hem bir din adamı hem bir eğitimci hem de bir yazar olan Erasmus, aynı zamanda sıkı bir gezgindi. İsviçre, İngiltere ve İtalya’yı gezdi. Burada önemli aydın ve yazarlarla bir araya geldi. Onun kendi dönemini aydınlattığı pek çok eserinin yanında bugün tazeliğini koruyan yegâne eseri ise Deliliğe Övgü’dür. Kitabın adı ise pek sevip saydığı ve önsözünde de kendisine yer ayırdığı Thomas More’dan geliyor. “More” kelimesinin Latinceleştirilmiş ve Yunancalaştırılmış adının delilik anlamına geldiği biliniyor. Kitabın özgün adı ise; “Morias Enkomion Seu Laus Stultitiae”. Orta Çağ papasının her türlü farklı sesin üzerinde kurduğu tahakküm, Erasmus için kabul edilebilir bir şey değildi. İnsanlar üzerinde hâkimiyet kuran mevcut ahlak anlayışının aksine, saf Hristiyanlığı bulmak istedi ve bunu da klasik Yunan’da aradı. İşte Deliliğe Övgü adlı kült eserinde delilik ve bilgeliği bir sarmaşık gibi harmanladı ve tüm çağlar boyu erdem sayılan düşüncelerin perde arkasını sorguladı. Kitap bol ironi ile doludur ve yanlış anlamanın önüne ancak tersten okuma ile geçebilirsiniz. Zira dönem insanlarının yanlış ve sahte yollara saptıklarını düşünen Erasmus mesajını tam da bu hataları överek verir. Erasmus’un Deliliğe Övgü’sü “Rönesans yergi türünün en iyi örneği” olarak kabul edilir. Eser, vaaz kürsüsünü ele geçirmeyi başarmış deliliğin konuşmasıyla başlar ve kitabın sonuna değin bizimle birinci ağızdan konuşan kişi kadınsı “Delilik”tir. Bakalım, bu deli bize ne diyor?

1. Bilge


‘’Sonuçta kim eğlence ve sevinç içinde yaşamak isterse işe ilk önce bilgeliği özenle uzaklaştırmakla başlar; bilge, eğlence toplantılarına kabul edilmesi istenen insanların sonuncusudur.’’

2. Platon’un delileri


‘’Rica ederim, bana şunu söyleyin: Platon’un bir mağarada nesnenin ancak gölgelerinin ve imgelerinin bilgisine sahip olarak tasarladığı deliler, talihlerinden memnunsalar ve bu memnunluklarını haykırırlarsa bu mağaradan çıkıp nesneyi olduğu gibi gören bilgeden daha mutlu değil midirler?’’

3. Övgüler dizmek


‘’Kendime övgüler dizmekle ben, alimlerin ve büyüklerin birçoğundan daha fazla tevazu gösterdiğime inanıyorum. Utandıkları için övemiyorlar kendilerini fakat sürekli yanlarında gezdirdikleri bir dalkavuk, soytarı bir şair onlar adına bu işi gayet güzel yapabiliyor. Bütün kepazeliklere bulaşmış olduğunu çok da iyi bildikleri bu adamları Tanrılarla bir tutup bütün erdemlerin sahibi gösteren şakşakçıları etrafından ayrılmıyor.’’

4. Evlilik


‘’Hangi erkek, gerçek bir bilge gibi hareket edip ilk iş olarak evliliğin sakıncalarını önceden görebilseydi, boynuna o yuların takılmasına izin verirdi? Aynı şekilde kadınlar çocuk doğururken katlanacakları sancıları ve yaşayacakları tehlikeleri, çocuk büyütürken çekeceği sıkıntıları tam olarak bilseydi bir erkeğe nasıl karşılık verirdi? Yani varlığınızı evliliklere borçlusunuz. Evlilik kurumu da varlığını çılgınlık tanrıçasına. Bir de unutkanlık tanrıçasının yardımları olmasaydı o acı tecrübeyi bir kez yaşamış olan hangi kadın tekrar çocuk doğurmayı göze alabilirdi?’’

5. Delilik


‘’Herkes bu delilikle alay eder; bunları yapanlara her yerde deli derler, yine de onlar buna aldırmaz, kendilerinden memnun olarak bir safahat deryasında yüzerler; uzun yudumlarla tatlı nazları içerler; özetle, kendilerine sağladığım mutluluktan yararlanırlar.’’

6. Gençlik ve yaşlılık


“Gelip geçici olan gençlik çağını uzatmanın ve yaşlılığın acımasız etkilerinden uzaklaşmanın tek yolu delilikten geçer.”

7. Bilgeler


”Hayattan iğrendiklerinden dolayı kendilerini öldürmek hevesine kapılan insanlar kimlerdir? Bunlar özelllikle kendilerini bilgeliğe vermiş kimseler değiller midir?”

8. Delilerin mutluluğu


‘’Delilerin mutluluğuna dönelim arzu edersiniz. Yaşamlarını zevk ve sevinç içinde yaşadıktan sonra, hiç korkmadan, hatta duyumsamadan ölümle buluşur, bu dünya da oyalanmadan cennete giderler.’’

9. İnsanların büyük çoğunluğu


“Bütün deliler, kendilerini alkışlayan başka deliler bulurlar; zira bir şey ne kadar sağduyunun karşıtı ise, o kadar çok hayranı kendine çeker; en fena olan şey, her zaman çoğunluğu okşayan şeydir; bundan da doğal bir şey yoktur, madem ki, size daha önce dediğim gibi, insanların büyük çoğunluğu delidir.”

10. Dalkavukluk


“Utanma duygusundan öylesine sıyrılmışlardır ki, önlerine çıkan her fırsatta nükte dolu bir dalkavukluk örneği sergilemekten asla geri durmazlar.”

11. Heykeller


“Heykeller temsil ettikleri şeylere yarardan çok zarar verir. Çünkü ahmak ve kalın kafalı insanlar onların temsil ettiği kutsallıklar yerine objelerin kendilerine bağlanırlar.”

Hem Açlıktan Hem de Susuzluktan Ölen Buridan’ın Eşeği Paradoksu Hakkında 7 Bilgi

$
0
0

Jean Buridan, Orta Çağ’ın en tanınan filozof ve rahiplerinden biridir. 1300 yılında Fransa’da doğan Buridan, Kopernik Devrimi’nin de öncü isimlerinin başında gelir. Bilindiği gibi ünlü bilim adamı Kopernik, o güne değin inanılan görüşün aksine dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü savunarak bir kırılma noktasının baş mimarı olur. Buridan’ı bugün en çok bildiğimiz olaysa onun şu meşhur paradoksudur: Bu paradoksa göre hem aç hem de susuz bir eşek, kendine eşit uzaklıktaki su ve saman yığını arasında bir tercih yapamaz. Kararsızlığıysa onun ölümüne neden olur. Gülenler mi var? Her gün iki, hatta daha fazla seçenek arasında kalıp sonunda hiçbirini tercih edemediğimiz günlerimize benziyor bu öykü. Hikâyenin iki saman yığını arasında kalan eşek versiyonu da vardır. Ünlü bilimci Jean Buridan’a göre iki önemli tercih arasında sıkışıp kalmaktan bizi ancak tek bir şey kurtarır. Peki, nedir o?

1. Aç bir eşek


Öykümüz şöyle başlıyor: Aç bir eşeği düşünün. İki saman yığını arasında kaldığında hangisini tercih eder? Tabii ki kendine daha yakın olanı. Ancak Buridan’ın paradoksu ve sorusu da tam burada cereyan ediyor: Aç ve susuz bir eşek, kendine eşit mesafedeki su ve saman arasında kalırsa ne yapar?

2. Kararsızlık


Bir eşek, iki eşit derece uzaklıkta saman ve su arasında hangisine gideceğinin kararını bir türlü veremez. Büyük ve lezzetli saman yığınlarına mı, yoksa kana kana içebileceği suya mı gitmelidir? Bu iki kritik seçenek arasında kalakalan eşek, sonunda hiçbir karar veremeden hem açlıktan hem de susuzluktan ölür.

3. Paradoksun insan versiyonu


İkilemde kalan ve sonucunda ölen eşeğin öyküsü tabii ki insanla alakalı bir konuya açıklık getirme amacı taşıyor: Eşit derecede iyi iki seçenek arasında kaldığımız zaman, birinin diğerinden daha iyi bir alternatif olacağı güne kadar bekleriz. Çünkü iki seçeneği de aynı oranda arzuladığımız için hiçbirini seçemeyiz.

4. Aristoteles


Hikâyenin en eski versiyonu ise Aristoteles’e aittir ve onun öyküsündeki kahraman eşek değil, köpektir. Ayrıca aynı öykünün Gazali tarafından da yorumlandığı ve onun öyküsündeki kahramanın da bir deve olduğu bilinir.

5. Sheena Iyengar ve Mark Lepper


Buridan’dan yaklaşık 600 sene sonra çeşitli araştırmacı ve psikologlar da olaya ışık tutmaya girişir: 2000 yılında Sheena Iyengar ve Mark Lepper adlı iki profesör tabiri caizse bir sosyal deney gerçekleştirirler. Kaliforniya’da bir markette tadımlık stant açan ikili, bir yanda 24 çeşit reçel, diğer yanda ise yalnızca 6 adet reçel sunarlar. Sonuç olarak çoğunluğun 24 çeşit reçelin olduğu standa gittiği gözlemlenir. Ancak iş bununla kalmaz: 24 çeşit reçeli deneyenlerin yalnızca yüzde 3’ü reçel satın alırken, 6 çeşitlik standa gidenlerin yüzde 30’u reçel alışverişi yaparlar. Araştırmacılar benzer bir deneyi çikolata ve ev ödevleri ile de tekrar edince şu kanıya varırlar: Daha fazla seçenek insan motivasyonunu olumsuz etkiler.

6. Özgür irade


Buridan’ın eşeği, bir felsefî kavram ve özgür irade var mıdır yok mudur sorununa eğilir. Yem ile su arasında kalan ve ikisini de aynı oranda arzulayan eşek tercih yapamaz, çünkü seçim yapacak baskın bir nedene sahip değildir. Buridan’a göre tercih yapabilmemiz için yalnızca istememiz yetmez, geçerli bir nedenimiz de olmalıdır.

7. Zihni Allak Bullak Eden 33 Felsefi Bilmece (Peter Cave)


Söz konusu kitapta da bu olayın anlatıldığı bir kısım var. O da oldukça manidar: “Yığınlardan birini getirip önüne koyacaktım, böylece birini yemesi için bir sebep olacaktı, diğer yığın da ondan biraz ötede kalacaktı ve hiç yürümeden kendine yakın olanı yiyecekti. Gözlerim sağdan sola fır döndü ve birdenbire, hangi yığını alıp onun önüne koyacağıma karar veremediğimi fark ettim.”

İkinci Yeni Öncüleri ile Buluşan Haydar Ergülen ve Gün Yüzüne Çıkan 11 Az Bilinen Açıklama

$
0
0

Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmek oldu.
Yani, “Dili deforme etmek İkinci Yeni’nin en önemli özelliklerinden biri oldu diyebiliriz. Ondan önceki şiire baktığımızda, örneğin Orhan Veli’lerde ondan evvel Yedi Meşaleciler’de dil bir kavramlar meselesidir. Şairler bu kavramları kullanırlar. İkinci Yeni’nin büyüklüğü, doğrudan doğruya yeni bir dil getirmiş olmasındandır. Dikkat ederseniz Ece Ayhan’da, Cemal Süreya’da, Turgut Uyar’da, Edip Cansever’de başka bir dilin yaşadığını görürsünüz. Kendinden öncekilerin diliyle hiç ilişkisi yoktur; çünkü her şair kendi dilini getirir. Asıl önemli olan da budur. Bir şairi, kullandığı dilden anlıyoruz. Hepimiz Türkçe yazıyoruz, ama büyük şair, orada kendisine özgü bir ses buluyor…” diyor usta şair Haydar Ergülen.

Dahası, şiirin ve şairlerin her dönemine hâkim derin ve köklü geçmişe sahip üstad ile İkinci Yeni’yi daha yakından tanıyabilmek için bu yazıya bir göz atın derim.

1.”Her şeyin fazlası zararlıdır ya, fazla şiirden öldü Edip Cansever.”

edip-cansever
Ergülen:’Evet, İkinci Yeni, dilde, dizede, söyleyişte, söz diziminde, cümle yapısında, dize kuruluşunda gibi pek çok yenilik ve devrim yapmıştır ve söz diziminde devrimci olarak, hatta yıkıcı olarak, bir anarşistlik yapan Ece Ayhan’ın değiştirdiği söylenir, biinir, öyledir de, fakat Edip Cansever’in dışavurumcu olmaktan çok içevurumcu, içtenyıkıcı ataklığı ve katkıları da gözden kaçırılmamalıdır bu hususta. Hemen şimdi herhangi bir Edip Cansever şiirini okuyun, göreceksiniz, insanın dille nasıl hemhal olabildiğini, olabileceğini. Belki de o yüzdendir Cansever’i okurken bir sonsuzluk duygusunun peşimizsıra, başımızsıra, üstümüzsıra, aklımızsıra büyümekte ve gelişmekte olması.’

2.”Kendimi, bir harften ziyade sayıya benzetiyorum. 3’e.”


2006 yılında yapılmış bir söyleyişide;Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı Aysberg’e, Turgut Uyar’ı henüz adı konmamış bir adaya, Edip Cansever’i 9’a, Sina Akyol’u 7’ye, Birhan Keskin’i 3’e ve Gonca Özmen’i de 6’ya benzetirdim…

3.Mor Kalemlerin Efendisi:Ece Ayhan

ece-ayhan
Ergülen:’Yoksa mor külhani mi demeliydim, öyle ya ‘şiirimiz mor külhanidir’ de demiştir, belki de ‘vakitsiz üsküdarlı’dır, ‘sivil şair’dir, ‘Ece Baba’dır, ‘İkinci Yeni’nin papazı’ olduğu bilinir, ‘sıkı şair’ olduğu da. ‘Feminist şair’ olduğu da söylenmiştir ki, buna yürekten katılırım, hatta ilk feminist şairlerimizden olduğu da eklenmelidir buna. Marjinal şair diyen kendisi bilir, ama o ‘Ben şair değilim, tarihçi de değilim, etikçiyim’ demiştir. Ben de ona ‘sarışın osmanlı tarihçileri’ saptamasından mülhem, şiirin sarışınlarından uzak bir kara şiir yazdığı için, kendi deyimiyle ‘karaşın uçbeyi’’ demeyi yeğledim.’

4.Şairin Hazreti Hızır’a benzeyen yüzü: ‘Buyurun’ dedi. ‘Beni size Cemal Süreya ve Ali sevgisi getirdi’ dedim.”

sezai-karakoç
Ergülen:”Şair Ali Asker Barut’un 11 Temmuz 2011 tarihli günlüğü bu cümlelerle başlıyor ve sürüyor Kitap-lık dergisinin Eylül 2011 tarihli 152. sayısında. “Yüzü Hazreti Hızır’a benzeyen şair” Sezai Karakoç, Türk şiirinin ve İkinci Yeni’nin büyük şairi.Bunları özellikle şairleri az tanıyanlar için vurguluyorum. Çünkü Sezai Karakoç, şiirde geleneği teknik bir mesele olarak görmeyen, tam tersine Hz. Muhammed’in “asrı saadet” dönemindeki gibi bir hayat isteyen, inançlı bir şair. Ali Asker’se, sosyalist düşünceye sahip.”

5.Cemal Süreya:”Aslında ben Türkiye’nin en iyi portre yazarıyımdır.”

cemal-süreya
Ergülen:Cemal Süreya’nın 99 Yüz adlı portreler kitabı, şiirin, ironinin, portre yazımında bir şair gibi davranmanın ve denemenin el ele verdiği bir başyapıt. Elbette muzipliği, zekâyı, gülümseyen düşünceyi de unutmadan. Cemal Süreya, kitabı için ‘başyapıt’ denmesine kızmasa bile, dalgasını da bi’ güzel geçerdi herhalde. Ama ‘aslında…’ derken, eh, bu sefer şaka yapmamış ve doğru söylemiş. Bu konuda kendisine katılıyorum.

6.Büyük Saat Ustasına, Turgut Uyar’a…

haydar-ergulen
Çoktan postaya vermişler seni
ağzı kapatılmış hayat
damgası üstünde yetim
Mektup acıyor
hangi hayata gitse
hangisinden geri dönse
zarfı hiç değişmiyor:
Bu ne az hayat
bu ne çok yetim!

7.İkinci Yeni halesini, ‘aura’sını yaratan şair; Ülkü Tamer

ülkü-tamer
Ergülen:”Ülkü Tamer de İkinci Yeni’nin ‘büyümemiş’, ‘büyüyememiş’ bir çocuğu olarak, ‘zekanın şiiri’ni yazmıştır. Zeka, çocuklar için söylendiğinde, biraz da sokak çocukluğunu, hınzırlığı, yaramazlığı, neş’eyi, doğaya yakınlığı, hayvanlarla hemhal olmayı ima eder. Ülkü Tamer sözkonusu olduğundaysa başka bir şeyi daha: O İkinci Yeni’deyken yazdığı şiirleri, arkadaşlarına, yani şairlere,bir bakıma ‘ders kitabı’ olarak da yazmıştır. Öğretmenin sınıfa örnek olarak göstereceği şiirlerdir bunlar, ‘şiir böyle yazılır’ı örneklemek için.”

8.”13 yıl önce yitirdiğimizde gazete manşetlerini hatırlıyorum, ‘şiirin efendisini yitirdik’ diyordu birinde. Uçbeyi dese anlardım ama efendi iki anlamıyla da uymuyordu, Ayhan’a.”

haydar-erg
Ne hükmeden anlamında ne de uslu anlamında efendi değildir çünkü. Aykırıdır, ayrıksıdır, uçtadır, uçbeyidir. Oradan uçmuştur, kenardan söz almıştır ama söylediği her şey merkezi ziyadesiyle ilgilendirmiş, kaçınılmaz olarak merkeze düşmüştür.

9.Şiirde hep değiştiniz, yeni şeyler değiştiniz. Türkçe’nin size yetmediğini düşündüğünüz anlar oldu mu?

ilh-berk
Mehtap Meral ile söyleşisinde; “Yetersizlik dilin kendisinde değil, kullanılışnda oluyor. Türk şiirine baktığınız vakit, denenmemiş çok sayıda kalıp olduğunu görürsünüz. Avrupa’da da benim sevdiğim birçok şair, büyük bir çoğunluk tarafından bilinmiyor, sevilmiyor. Çünkü şiir, kendine özgüdür, yalnızdır. Dünyanın her yerinde de az okunur. Ama dünyada herkes de şair olmak ister.”

10.Yüzleri giyotine abone üç şair, üç efsane.

hay-erg
Bir sanatçının bilinçli olarak imgelemsel önerilerini, bütün işleyişlerini kendisinin düzenlediği bir yaşam çerçevesi içine oturtması’ demekmiş. Örnekler arasında da James Joyce, W.B. Yeats, T.S.Eliot gibi Batılı büyük yazarlar, şairler vardı. Adı ‘mitos oluşturmak’ mıdır ‘söylencesini yaratmak’ mıdır bilmiyorum ama, hiç farkında olmadan, hatta bunu istemeden yapanlar arasında iki şair biliyorum, ikincisi Ece Ayhan. Diğeri de Sezai Karakoç. Fakat bu tanıma tam olarak uyduğunu düşündüğüm şairse Cemal Süreya. ‘Yüzleri giyotine abone’ üç şair, üç efsane.

11.”Kendimi yaşama hazırlar gibi kuruyorum şiirimi” diyen ve şiirin yaratıldıktan sonra insan gibi yaşadığına inanan şair yazma sürecini ise şu sözlerle anlatmış:

ed-cans
“Şiirlerimi yazı makinesiyle yazarım. Yazarken aynı anda şiiri görmek önemlidir benim için. Ön çalışmalarım kalabalıklara karışmak, yolculuklara çıkmak, yıllardır bitiremediğim İstanbul’u adım adım dolaşmaktır. Bir de denizsiz yapamam. Yaşamım bir kıyının yaşamı gibidir.”

Listeyi hazırlarken, 1, 2, 3‘ten yararlandık.

Bu Dünyadan Gitmeyi Tercih Eden Nilgün Marmara’nın Mektuplarından 10 Alıntı

$
0
0

Türk edebiyatının değerli isimlerinden biri Nilgün Marmara. 13 Ekim 1987’de evinin penceresinden ölüme atladı. Bu ölüm üzerine çok şey söylendi, eksik metinler basıldı, konuşuldu.

Ölümünden epey bir zaman sonra Marmara’nın pek çok mektubu, notları, çalışmaları eşinin izniyle Everest Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. Defterler’in yayımlanmasıyla okuyucu bir nevi hiç bilinmeyen bir Nilgün Marmara ile tanıştı.

Defterler’de yer alan metinlerde ağırlıklı olarak Marmara’nın Libya’daki -eşi Kağan Önal’ın iş için gittiği Tobruk kentindeki şantiye günleri- yaşantısının yansıması görülüyor. Bu metinlerde şairin ruh hallerini, ilişkilerini, gündelik hayatına dair daha önce pek de bilmediğimiz detayları okuyoruz.

“Bu kitap aslında hiç yayımlanmamış olmalıydı” sözleriyle açıklama yapma gereği duyan Önal, bu mektupları, defterleri ve notları “bütün yersiz kuşkulara son vermesi umuduyla” yayımladığını şu sözlerle açıklıyordu:

“Şiirlerin yayımlanmasını takip eden günlerde Gülseli İnal, Nilgün’ün annesi Perihan Marmara’dan notları ve defterleri geri vermek vaadiyle almış ve içlerinden ‘seçtiklerini’, Telos Yayınları’ndan ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ adıyla yayımlatmıştı. Sonraki yaklaşık yirmi beş yıl boyunca, İnal’ın kitabın önsözünde herkesin tetkikine açık olduğunu iddia ettiği defterleri gören olmadı. İnal’ın çeyrek asırlık ‘Nilgün’ün defterleri benimdir’ inadı mı, yoksa onca zaman sonra defterleri aniden geri vermesi mi daha garip bilemiyorum. Tek bildiğim, elinde tuttuğu süre içinde defterleri ve kâğıtları, istisnasız her bir sayfasının üzerine çoğu zaman tükenmez kalemle notlar alacak kadar benimsemiş olduğudur. Öyle ki, orijinallerin temizlenmesi mümkün olamadığından, fotoğrafı çekilen sayfaların bu basım için dijital olarak temizlenmesi gerekti.”

İşte Marmara’nın değişik duygu durumlarını, ilişkilerini, özlemlerini aktardığı mektuplarından ve notlarından 10 alıntı:

1. “Sevgili Yaramazlar, Asi Kızlar, Çalçene Canavarlar Didoş ve Diloş” seslenişiyle başlayan mektuptan:

“… Eğer isyan bayraklarını indirirseniz, teyzelik hakkımı helal etmem. Yemek yemeyin, uyku uyumayın, evi talan edin, Dilara sen ders çalışma hatta hiç okula gitme, terörü elden bırakmayın. Sürekli devrim! Çocuklara laf yok, anaya babaya var!” (s. 15)

2. İlhan Berk’e mektubundan:

“…Her gün bizim burada ne işimiz var, ne yapıyoruz şimdi gibi sorular soruyoruz birbirimize, sonra birkaç ay daha katlanmaya karar veriyoruz. Yaşamı kendilerine eklemeye, her şeyi her şeyi ele geçirmeye, kendilerine katmaya çalışıyor buradaki insanlar, bizlerse kör topal yaşama eklemlenmeye çalışıyoruz.” (s. 31)

3. Ece Ayhan’a nektubundan:

“… Coşkulu, taşkın çocuklar olmak gerek, her an kırılabilir, kopabilir, sökülebilir bağlar ve ağlar içinde azmaktan, azımsamaktan, yetinmemekten, gülmekten başkaca ne zırh kuşanabiliriz? Toza, küle, talaşa, köpüğe, çapağa, kuma, kırpıntılara dönüştürülmek isteniyorsa ağaç, dağ, kaya olmayı, atomlarımızı değişik bilişimlerde tamamlamayı düşlemekten başkaca ne var?” (s. 62)

4. “Seyid Mehmet, Seyyide Emel ve Bambina Yazgülü’ne” mektubundan:

“…Ben iyi bir yazar falan değilim, olmak da istemiyorum, hiç ilgilendirmiyor böyle bir şey; bahçe yerleşim merkezinden çok uzakta ekiliyorsa merkezde duran nitelemeler o bahçeyi bağlamaz.” (s. 80)

5. “Sevgili Marmaralar, Canlar” başlıklı mektubundan:

“… Bu ülke ve bu şantiye (Doğu’nun kederi) pis bir ‘erkek cemaati’ Ve ben katlanmam, katlanamam.” (s. 143)

6. Emel’e mektubundan:

“…Bir kâkül kestim alnıma geri döndürmek için el yazısını garip imlere. Yüzüme düşen besleme perçemi çocuk taşkınlığım şimdi, hüznüyle birlikte. Çok iyi oldu, rahatladım. Ve bunun yanı sıra, çok iyi oldu sana şunları, bunları, şunları yazdım. Sen benim için en güzel haklı ve yerinde bir kazasın. Böyle kazalar da olmasa ben kendi kazamı kime nereye mübarek ederdim?” (s. 164-165)

7. Emel’e mektubundan:

“Hoş oluyor: Bakmak. Anıların müthiş bir dirençsizliği var kişi anmak istediğinde her şeyin içinden geçip, an’ı, şimdi’yi aşıp anmak istediği anıya dönebiliyor.” (s. 196)

8. “Feryalciğim” başlıklı mektubundan:

“Herkesin melodisi kendinedir ve bunun böyle olduğunu yalnızca gramofon çiçekleri bilir belki de çünkü yürekler ve çiçekler tekildir. Senin yükleyebileceğin son anlam biraz da aykırı olarak eksiltebileceğin son anlamdır (bütünlükten).” (s. 204)

9. 7 Eylül, 86 notundan:

“Yeryüzünün tüm bağırsakları uzunluğunda umutsuzluğumuz içeride labirentin karmaşıklığı boyunca katlanan bir saldırma ve saldırılma korkusu. Çıkış yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açılır? Baktığın yer yakın bir beyaz duvar, kısaltılmış uzunluk…” (s. 387)

10. 15 Temmuz notlarından:

“…Nereden gelip nereye gittikleri belli değil kaza eseri aşklar bu çarpışmalar bazen bir bir bazen iki iki daha çok sayıda büyük bir telaşla koşturuyorlar… Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında. Ne zavallılık!” (s. 522)

Küçük de bir not

Kağan Önal, Defterler’in önsözünde Nilgün Marmara ile özdeşleşmiş “Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” dizesinin aslında şaire ait olmadığını da yazıyor. Kitapta, Marmara’nın günlüğünde tırnak içinde kullandığı bu dizenin, Ece Ayhan’ın “çocuk şiirinin bir yetişkinin ulaşamayacağı saflığını” anlatmak için sıkça kullandığı anonim bir örnek olduğu notu yer alıyor.


”Ütopyalar Güzeldir” Dedirtecek Dünyanın Her Yanından 10 Kitap Kasabası ve Köyü

$
0
0

Ne yalan söyleyeyim kitap kasabalarını daha önceleri birkaç kez duymuş da varlıklarına pek inanamamıştım. Düşünsenize bir ufak yerleşim bölgesi var; şehre yakın ama ondan ayrı ve merkezinde kitaplar var. Yalnız sahaflar, kitabevleri de değil; her yıl düzenlenen festivallerle de yöre halkı sanata, kitaba, edebiyata, kültüre doyuyor. Herhalde insanların bir arada bulunmasına vesile olan en güzel aktivitelerin başında da kültür, sanat etkinlikleri gelir. İşte bir ütopyaya benzercesine dünyanın her yerinden 10 kitap kasabası ve köyü!

1. Urueña, İspanya


Madrid’e iki saatlik bir mesafede bir ütopya yaşıyor, desek mübalağa etmiş olmayız herhalde. Edebiyatı seviyor ve İspanya’ya gitme planları yapıyorsanız size şahane bir haberimiz var. İspanya’nın Orta Çağ’dan kalma bir kasabası olan Urueña’da ülkenin ilk kitap köyü ile karşılaşacaksınız. Bu köye vardığınızda bir sur ve kaleyle karşılaşırsınız. Yerleşkede 12 farklı kitapçı ve bunların her yıl düzenlediği birbirinden renkli etkinlikler var. Kitapçıların birçoğu da belli bir konu üzerine yoğunlaşan, adeta tematik diyebileceğimiz kitaplarla sarılı. Sözgelimi içinde şarapların geçtiği bilim kurgu romanlarını bir kitapçıda, boğa güreşini içeren eserleri bir diğer kitapçıda, farklı edebî eserleri de öteki kitapçıda bulabilirsiniz. Ayrıca okuma, yazma uygulamaları için de tahsis edilen özel yerler ziyaret edilesi bir diğer alanı oluşturuyor. Yetmedi: halka açık okumalar, çeşitli sergiler, kitap ciltleme kursları, illüstrasyon eğitimleri de köyün düzenlediği aktiviteler arasında. Urueña, Valladolid Havaalanı’na 28 km uzaklıktadır.

2. Bécherel, Fransa


Burası, köyde 15’ten fazla kitapçı bulunduğu için ‘’Kitaplar Köyü’’ olarak da anılır. Çevrenin kırsal ve tabiat manzarası insanı şair yapar mı bilinmez ama muazzam bir görsel şenliktir. Köy, 12. asra kadar uzanan bir hikayeye sahipse de bir kitap pazarı ve turist kasabası olarak kendini yeniden şekillendirir. Her ayın ilk Pazar gününde yapılan kitap pazarı etkinlikleri, hafta sonları gerçekleştirilen şiir okuma faaliyetleri köyün en popüler organizasyonlarından birkaçı. 700 kişilik mevcudiyeti olan köyde ilaveten sanat galerileri ve kitap kafeler de var. Rennes – Saint-Jacques Havaalanı köye en yakın havaalanıdır.

3. Hay-on-Wye, Wales


Galler, İngiltere sınırındaki köy dopdolu kitapları ve her sene bitmeyen organizasyonlarıyla dünyanın en tanınan kitap köylerinin başını çeker. Özellikle yaz başlarında yaptıkları Hay edebiyat festivalleri, adlarının duyulmasını en çok sağlayan etkinlik. Köyün bir kitap kasabasına dönüşme atılımları 1961’de ilk ikinci el kitapçıyı açmasıyla başlar. Kitapçıyı açan Richard Booth adlı bir kitapsever, o dönem ABD’deki pek çok kütüphanenin kapatıldığını duyduğu gibi kitap biriktirmeye başlar. Bir çığa dönüşen bu ufak kartopu sayesinde bölgede pek çok kitapçı açılmaya başlar. 1.600 nüfuslu köy, ev sahipliği yaptığı pek çok kitapçının yanı sıra sizi antikacı dükkanlarıyla da karşılar. En yakın havaalanı ise Bristol’dur.

4. Jinbōchō, Japonya


Burası Tokyo’da yer alır ve şehirden öyle çok da uzaklarda değildir. Aksine Tokyo’nun merkezinde yer alan bir mahalledir. Bu mahalle öncelikle etkileyici sanat ve tasarımıyla dikkat çeker. Bu görsel şovun ardından sizi pek çok ikinci el kitapçı ağırlar. Özellikle çok sayıda eski Japon kitaplarını bulabileceğiniz mahalle, pek çok otantik eşyanın da sunulduğu bir yer. Moda severlerin ve vintage moda dergilerini merak edenlerin özellikle ilgilenebileceği birkaç kitapçı da var. Bölgenin bir kitapçı mahallesine dönüşme serüveni ise 1913’te gerçekleşmeye başlar: bu yıl bir üniversite profesörü olan Shigeo Iwanami tarafından açılan bir yayınevi, ardından pek çok kitapsevere de ilham olur ve durum giderek sükse yapmaya başlar. Lokasyon olarak; Tokyo Tren İstasyonu’na yürüyerek 25 dakikalık mesafededir.

5. Saint-Pierre-de-Clages, İsviçre


Burası İsviçre’nin Fransızca konuşulan bölgelerinden biridir. Pitoresk bir ortamda yer alan köy, spor ve kültürel faaliyetlerin gırla gittiği önemli bir kültürel nokta. Zira İsviçre Alpleri’nin hemen dibinde bitiyor. Bu konumu gereği yürüyüş, kayak ya da kızak faaliyetleri gerçekleştirmek mümkün. Köyde bulunan pek çok antika kitapçıyla İsviçre’nin tek resmî kitap köyü olarak bilinir. Ayrıca kitap festivali ile dünya çapında da fevkalade tanınır. 1993 senesinde ilk kez düzenlenen “Fête du livre” adlı kitap festivali, bundan sonra her Ağustos düzenlenir hale gelir ve amaç kitap sevgisine dikkat çekmektir. Buradaki on kadar kitapçıda pek çok eski, ilk baskı, antika kitapları bulmanız mümkündür. Cenevre’ye ortalama 2 saatlik bir mesafede olan bölgede aynı zamanda 50’ye yakın şarap mahzeni var.

6. Mundal, Norveç


Jostedalsbreen buzulunun yakınlarında yer alan kasaba, 1995 yılında Norveç Kitap Kasabası olarak seçilir. 300 nüfuslu bu sakin yerleşke insanlardan daha fazla kitaba sahip olan kasabaların da başında gelir. Zira burada, bölge geneline yayılan 150.000 kadar kitapla zengin bir ikinci el kitap dünyası yaşıyor. Yayılan, diyerek neyi kast ediyoruz? Kitapları yalnızca kitapçılarda bulamayacağınızı. Bölgede yer alan bir bakkalda, postanede, terk edilmiş bir hangarda da şahane kitaplar bulmanız mümkün. Dünyanın en izole kitap kasabalarından biri olarak ziyaretçilere kapılarını Eylül ile Mayıs arasında açıyor. Norveç’in güneybatısındaki Bergen’in 250 kilometre kuzeydoğusunda yer alan kasaba buradan araba ya da tekneyle 4 – 5 saat sürüyor. Uçak seçeneği de var: Sogndal’dan 45 dakikada uçakla varabilirsiniz.

7. Redu, Belçika


Vallahi Sait Faik’in dediği şu lafı tekrarlasak yeridir: ‘’Seyahatler çekiyor içim.’’ 400 civarında bir nüfusu olan bölgede 40 kadar kitapçı var. Avrupa kıtasındaki ilk kitap köyü olarak bilinen bölge ikinci el kitaplardan antika kitaplara, çizgi romanlardan herhangi bir edebî esere kadar zengin çeşitliliği ile bilinir. Kitaplarının çoğu Fransızca olsa da pek çok farklı dilde de kitaplar bulabilmek mümkün. Paskalya zamanı düzenlenen FêteduLivre kitap festivali bölgeyi en meşhur eden aktivitelerin başında gelir. Tüm bunların yanı sıra kırsalda güzel ve sakin gezintiler yapabilir, yürüyüşlere katılabilirsiniz. Kitapların ve sessizliğin içinde bulunmak için harika bir kaçış noktası olsa gerek. Brüksel’in 130 kilometre güneydoğusunda olan köye en yakın havaalanı Brüksel Güney Charleroi’dir.

8. Óbidos, Portekiz


Portekiz’in Orta Çağ’a kadar dayanan kasabası oldukça sağlam kale duvarları ile çevrili durumda. Kale surlarında yapabileceğiniz bir gezinti kitapçılardan önceki en iyi aktiviteniz olabilir. En belirgin olarak; şiir, fotoğraf, çocuk edebiyatı, seyahat, doğa, macera gastronomi, din ve şarap hakkında yazılan kitapları bulabilirsiniz. 1970’de açılan belediye müzesi de tarih kitaplarını muhafaza etmesi bakımından oldukça işlevsel ve önemli bir konuma sahip. Ekim aylarında yapılan Óbidos’unFolio Uluslararası Edebiyat Festivali de bölgenin en popüler aktivitelerinden biri. Bu organizasyon sayesinde kasabayı pek çok sanatçı ve kitapsever de tanıma ve gezme şansı buluyor. Lizbon’dan 45 dakikalık bir mesafedeki bölgeye en yakın havaalanı Lizbon Portela Havaalanı’dır.

9. Bredevoort, Hollanda


Tarihin öyle kadim dönemlerine uzanır ki bölgeyi içeren en eski belgelere 1188’de ulaşılır. Hollanda’nın Aalten bölgesindeki köy Almanya sınırına yakınlığı ile de bilinir. 2003 yılında bir kitap kasabası haline gelen bölgede yaklaşık 1.500 kişi ikamet eder. Ayrıca 1993’te Ulusal Kitap Kasabası seçilerek onurlandırılır. Kasabada 20 kadar ikinci el ve antika kitapçı var. Her ayın belirli günlerinde yapılan kitap pazarları da bölgenin dinamiğini hep yüksek seviyelerde tutuyor. Şair ve müzisyenlerin gösterileriyle dolu bir de tiyatrosu var. Amsterdam’ın 160 kilometre doğusunda, Düsseldorf’un da 100 kilometre kuzeyinde yer alan bölgeye en yakın havaalanı Düsseldorf Uluslararası Havaalanı’dır.

10. Wigtown, İskoçya


Listenin son şahaneliğine gelirken kendimi ‘’Gezgin olmalısın dostum’’ diye kendime öğüt verirken buldum. Yani buraları, hiç değilse birkaçını gezmeden gözlerimi yummak hiç mi hiç istemem. Bu kasabanın da pitoresk, yani adeta bir tablo gibi olduğunu söylemekle başlayalım. 1998’de Ulusal Kitap Kasabası seçilerek onurlandırılan bölgede 250.000’den fazla kitabın yer aldığı 10 kitapçı var. Müzik, tiyatro ve çeşitli performans sanatlarıyla kasabanın kültürel etkinliklere verdiği önemi de söylemek gerek. Diğer kitap kasabalarından farklı olarak burada The Open Book adlı bir kitapçı var ki; size birkaç günlüğüne kitapçı olma deneyimini de sunar. Alt katı kitabevi, üst katıysa stüdyo daire olan The Open Book’ta en fazla 2 hafta kalabilirsiniz. Bu süre içinde kitapçıda çalışabilir, üst kattaki stüdyo dairede kalabilir, boş zamanlarınızda da size verdikleri bir bisiklet ile gezintiye çıkabilirsiniz. Kasaba Glasgow’un 150 km güneyindedir. Glasgow Prestwick Havaalanı’na arabayla 1.5 saatte ulaşılabilir.

Geçen 1 Yılın Ardından 2018’in En İyi ve Çok Satan 13 Kitabı

$
0
0

Kime göre, neye göre? Tabii ki bir kitabın, romanın iyi olup olmadığı okuyucunun yorum farklarına göre çeşitlilik gösterebilir. Ancak yine de listemizi hazırlarken görece daha nitelikli ve çok satanlar listeleri baş başa giden iki kriterim oldu. Geçtiğimiz senenin yeni çıkan kitapları bu yıl bitiminde iki yaşına giriyor, belki yeni baskısı çıkıyor. Bu yılın kitaplarıysa okuyucusuyla buluşmanın haklı sevinci içerisinde. Listemize geçerken; yeni senede edebiyat üretimlerinin her türlüsünün –yayınevi, kültür sanat merkezi, roman, şiir, yarışma ve festivaller vs.- daha da artmasını diliyor ve bizi niteliğinden taviz vermeyen eserlerin bekliyor olduğunu umuyorum. İşte devirdiğimiz bir yılın ardından 2018’in en iyi kitapları!

1. Fahrenheit 451 (Ray Bradbury)


Listemize muazzam bir bilim kurgu eserle başlamanın güzel olduğunu düşünüyorum. Distopya edebiyatının 1984’lerle, Cesur Yeni Dünya’larla beraber başını çeken Fahrenheit 451 kimilerine göre de en iyi distopik eser. Bir itfaiyeci olan ve mesleğini seven Guy Montag’ın yanmayan evlerin icadından sonra yeni bir görevi olur: kitap yakmak. Bulduğu tüm kitapları yakan ve bunu da on senedir gerçekleştiren Montag, Clarisse adlı 17 yaşındaki bir kız çocuğuyla tanışınca hayatı da tümüyle değişmeye yüz tutar. Bunca yıl hiç sorgulamadan ve hatta halka hizmet ettiğini düşünerek yaktığı kitapları neden yok ettiğini sorgulamaya başlar. Yaptığı işe, hatta özel yaşamına, en yakınlarına dahi farklı gözle bakmaya başlar. Böylesi bir değişimin ardından artık kitapların insanlar için bir düşman olmadığını anlar. Bunu da ilkin karısıyla paylaşmak istese de, eşi “radyonun resimlisi” olan televizyona çoktan mahkûm olmuş bir kadındır. Montag, bu yolda yalnızdır. Bilin bakalım yol onu nereye götürecek?

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (İlber Ortaylı)


“İnsan yetmişine gelince Atatürk’ü yazmalı” diyen Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu eylemi fevkalade usta bir şekilde gerçekleştirdi. Bu büyük tarihçi ve aynı zamanda sıkı bir gezgin olan hocamızın mühim eserini okumak da bizlere düşer. Ekranlardan oldukça bildiğimiz ve kimi zaman da bir dede gibi bize tatlı nasihatler veren Ortaylı’nın yalan yanlış bilgilere, çarpıtılmış tarihe olan öfkesini düşünürsek bu kitap Başöğretmen Atatürk’ü kavramak, tanımak açısından önemli bir kaynak olsa gerek. Atatürk’ü Ortaylı farkıyla okuyacağınızın ilk emaresi de hocanın arka kapaktaki şu sözünden belli: “Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere mâni olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Atatürk dünya tarihinin nadiren gördüğü bir dehadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hiçbir mağlup milletin direniş göstermediği zamanda siviller ve askerlerle dünyaya meydan okumuştur.”

3. Bir Çöküşün Öyküsü (Stefan Zweig)


20. yüzyılın ümitsiz münevverlerinden biri Stefan Zweig. Aydınlanmanın, aklın, sağduyu ve güzelliklerin Nazilerce alaşağı edilmesine daha fazla katlanamayarak eşiyle intihar etmiş, göçüp gitmişti. Ama oldukça çalışkan, üretken ve kültürlü bir adamdı. Öyle ki romanları da biyografik çalışmaları da bugün hâlâ aydınlanmamızı sağlayacak başlıca kitaplardan sayılabilir. “Bir Çöküşün Öyküsü” de aslında kısmi olarak biyografik unsurların görülebileceği bir eser. Zira XV. Louis devri Fransız sarayındaki bir aristokrat kadının gerçek yaşantılarına dayanır. Güç ve ilgi odağı olan Madame de Prie şatafatlı Paris zamanlarından sonra, sonu gelmez görünen sürgününde allak bullak olur ve saray etrafındaki eski eğlenceli, sığ işret âlemlerine geri dönmek ister. Kibirli bir kadın olan Madame de Prie düşünme melekesini de kaybettikçe sinsi bir planı yürürlüğe koymaya çalışacaktır.

4. Kırlangıç Çığlığı (Ahmet Ümit)


Polisiye, macera edebiyatının ülkemizdeki en belirgin ve iyi temsilcisi Ahmet Ümit’in son romanıdır. Yazar, kendisinin de ifade ettiği üzere bir romanı inşa etmezden evvel haftalar, aylarca belge ve tarih kitapları okur. Bu da kurmaca dünyanın içinde gerçek bilgiler verdiği takdirde yanlışa düşmemesini sağlayan en iyi yöntemi olsa gerek. Kırlangıç Çığlığı’nda bizi ne bekliyor? Diğer çoğu eserinin başkişisi gibi burada da Nevzat Başkomiser işin içinde. Kurbanlarını her daim çocuk tacizcilerinden seçen bir seri katil ve uzun zaman sonra tekrar geri döndüğüne işaret eden bir cinayet. Kitabın anayolu bu cinayetin soruşturulması, katilin bulunması olsa da onu çevreleyen ve “hayatın gerçekleri” diyebileceğimiz pek çok farklı konu da var. En belirginiyse ülkemizdeki Suriyeli mülteciler ve onların sorunları. Çocuk tecavüzlerini, cinayetlerini ve mülteci meselesini, usta bir başkomiser etrafında görebileceğiniz eser Ümit’in okuyucuyu sıkmayan üslubuyla meraklısını bekliyor.

5. Harry Potter Seti (J. K. Rowling)


Mutlaka okuyanlar, filmini de izleyip bayılanlarınız vardır. Ancak bu klasiği yeni kılan şey 7 kitabın da bir arada satışa sunulması. Dünyayı kasıp kavuran ve tüm seri boyunca iyi (Harry Potter) ile kötünün (Voldemort) mücadelesinin anlatıldığı dizi, etkisinden en ufak şeyi hiç mi hiç kaybetmiş değil. Bilimkurgu ve fantazyanın dünya genelinde en başarılı işlerinden biri olan Harry Potter serisi, kendi Potter ve Voldemort sevdalılarını yaratmaya son sürat devam ediyor. Dumbledore’dan bilgeliği, Hermione’den çalışkanlığı, Weasley’den haytalık ve eğlenceyi, Potter’dansa cesareti öğrenebileceğiniz eser sizi kitaplarıyla da filmleriyle de içine çekecek apayrı bir dünya.

6. Keş On Dı Teybıl (Zafer Algöz)


Cem Yılmaz’ın filmlerinden de sıkça görüp tanıdığımız usta oyunca Zafer Algöz, gülünç ve şaşırtıcı bir kitapla karşımıza çıkmış. İlkin kitabını kutlayıp “yazarlığa hoş gelmişsiniz” demek âdettendir. Önemli tiyatro oyuncuları, yazarlar, sinemacılar, futbolcularla olan anılarını hoş bir üslupla ele almış. Bu isimlerinden birkaçına baksak en az birkaçı ilgimizi çekecektir: Ertuğrul İlgin, Cüneyt Gökçer, Fikret Hakan, Öztürk Serengil, Nur Subaşı (ve elbette kedisi Siyami Bey), Süleyman Seba, Kamran Usluer, Cem Yılmaz, Can Yılmaz. Sinema ve oyunculuğun eski zamanlarından günümüze uzanan bir kariyere sahip ve aynı derecede de güleryüzlü biri olan Algöz’ün anılarını okumanın eğlenceli zamanlar geçirteceğinden şüphe yok.

7. 1984 (George Orwell)


Her “en”li kitap listesinde varlığını mutlaka gördüğümüz bir eser. Ne mutlu ki daha uzun yıllar bu başarısını koruyacağa benziyor. 1984, Orwell’ın distopik bir geleceği anlattığı ve distopya edebiyatın da en etkileyici ürünlerinden biri olarak görülen romanı. Totaliter bir iktidarın, dizginlerini tuttuğu bir toplum vardır eserde. Ancak insanlar dizginlerin farkında o denli değillerdir ki her yerden şu fikrin yansımalarını görürsünüz: “Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.” Diktatör olan Büyük Birader her şeyi gözetler, didik didik eder ve buyrukları doğrultusunda yaşayan toplumun aksi bir harekette bulunmasına engel olacak güvenliklerini çoktan hazırlamıştır. Toplumun çürümüşlüğü ve yozlaşmışlığı Winston Smith karakterinin gözünden okuyucuya aktarılır. Diğerlerinden farklı düşünme belirtileri gösteren Smith’in işkenceler yoluyla nasıl hizaya çekildiğini okurken distopya edebiyatın korkunç bir şey olduğunu düşünebilirsiniz. Ama 1984’ten etkilenmemek, onun size kırptığı gözü fark etmemek mümkün değil. Okuyun, okutun efendim!

8. İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali)


“Türk edebiyatının büyük şehididir” diyor Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali hakkında. Öyle de gerçekten. Eser iki gencin; Ömer ile Macide’nin aralarındaki ilişki, evlilik, sonra da anlaşamayıp yaşadıkları ayrılık etrafında teşekkül ediyor. Ayrı dünyaların insanları, zıt görüşlerin sahipleri olmaları bakımından tencere kapak olamayan Ömer ve Macide aynı zamanda geleneksellik ile modernliğin çatışmasının da temsilcileridirler. Genç cumhuriyetin ilk yıllarında halkın bir kısmı çağa ayak uydururken bir kısmı da tabiri caizse eski zamanların hayatını sürdürür. Bunu en iyi örnekleyen eserlerden biri de Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ıdır hatta. Esere dönecek olursak; bu aşk ve toplumun o günkü sosyal durumu gözler önüne seriliyor. Bu bakımdan devrin yaşantılarını anlattığını da söyleyebilir, bir tık daha ileri giderek eserin realist bir roman olduğundan dem vurabiliriz. Halk edebiyatımızın başat ismi Sabahattin Ali’nin işlediği konular bakımından eskimeyen İçimizdeki Şeytan’ına sizi şu alıntıyla davet etmek isterim: “İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.”

9. Yabancı (Albert Camus)


Bir kitabın gerek adı gerek içeriğini ilk cümleden muazzam şekilde özetleyen herhalde çok yazar yoktur. Nobel ödüllü büyük yazar Albert Camus’nün de Yabancı’da yaptığı şey bu. İlk cümlelere bakar mısınız: “Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum.” Peki, kimden bahsediyoruz öyleyse? Cevap çok açık; bir yabancıdan. Başkarakter Meursault’un kendi ağzından okuduğumuz eserde, bu yabancının yaşama sevincinden soyutlandığını, ölümü dahi alışılmış tepkilerden sıyrılarak fazlaca kabullendiğini görüyoruz. Annesinin ölüm haberini soğukkanlı ve adeta duygusuzca karşılayan Meursault bizi yabancılaşmasının ürkütücü boyutlarına, koridorlarına götürebilir. Bu “duygusuz” adamı, kitabın ileri bölümlerine doğruysa trajik ve yaşananları umursar vaziyette görüyoruz. Peki buna hangi olay vesile oluyor? Onu da okuyarak bulunuz. Le Monde’un “yüzyılın kitabı” listesine taşıdığı Yabancı, çağdaş dünya edebiyatı eseri olsa da aslında bir klasik!

10. Huzursuzluk (Zülfü Livaneli)


İstanbul’da ikamet eden İbrahim’in, eski dostu Hüseyin’in ölümü üzerine çıktığı yolculukların kitabıdır. Bu hazin haberin ardından doğduğu kente, Mardin’e giden İbrahim, Hüseyin’in Mardin’le başlayıp Amerika’da son bulan hayatının dedektifliğine soyunur. Bu yolculukları sırasında ruhu da devingen bir hal alan İbrahim aslında bizi günümüz dünyasının gerçekliği ile karşı karşıya bırakıyor: zira çocukluk arkadaşı Hüseyin’in yanı sıra IŞİD vahşetiyle yüz yüze kalmış çocukların da hikâyelerine tanık oluyoruz. Şu “Middle East” denilen Ortadoğu’nun gerçekleri, İbrahim’in yolculukları ekseninde karşımıza çıkıyor.

11. Göğe Bakma Durağı (Turgut Uyar)


Hep nesir olacak değildi ya? Şiire merhaba demek ve bunu da Türk şiirinin en devingen, yenilikçi kalemlerinden biriyle yapmak elbette kaçınılmaz. İkinci Yeni’nin öncüllerinden biri olarak Turgut Uyar, zaten mensup olduğu akımın yenilikçi olmasının yanı sıra kendisi de şiirde taze atılımlar yapar ve daha da önemlisi bunu başarır. Eşi Tomris’e olan sevdası ve kitaba da adını veren “Göğe Bakma Durağı” şiiri ile çokça bilinen Uyar, yumuşak huylu olarak bilinmesine rağmen şiirde Can Yücel’in dediği gibidir: “Turgut Uymaz”

12. Şeker Portakalı (José Mauro de Vasconcelos)


Metrobüste, sahilde ya da farklı umumi alanlarda bir defa da olsa bu kitabı okuyan birini görmüşsünüzdür. Hatta belki de bizzat o gördüklerimizden biri de sizsinizdir. Otobiyografik eğilimlerin görüldüğü eser, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü”nü anlatır. Küçük Zeze’nin, dış dünyanın sertliği karşısındaki sergüzeştini okumanız muhtemel ki sizde bir şeyler uyandıracak. Hatta yine muhtemel ki Zeze ile kendi çocukluk yıllarınızı ilişkilendirecek ve onun başını mahzun mahzun okşayacaksınız. Öyle ki eserin çarpıcılığı yazılma aşamasında başlar: eseri 12 günde yazdığı söyleyen Vasconcelos, Zeze’nin fırtınalarınıysa yirmi yıldır içinde taşıdığını belirtir. Şu davetkâr cümlelerle sizi kitaba çekmeyi başarabilirim sanıyorum: “Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum. Bazen suratıma garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi oluyorum.”

13. Puslu Kıtalar Atlası (İhsan Oktay Anar)


Bu liste uzayıp gidebilir elbet. Onu beslemek, büyütmek mümkün. Ancak bir yerde durmalı. Hem bunun için de 13 rakamı bence iyi bir durak. Gerisini siz getiriniz. Romanda birden fazla mühim karakter, vaka ve kurmaca dünyası görebilirsiniz. Şöyle ki; uykuya yatıp rüya görerek Dünya Atlası’nı meydana getirmeyi amaçlayan bir İhsan Efendi’miz var. Olaylar da onun zihninde cereyan ediyor. İnkişaf eden puslu kıtalar atlasının merkezindeki Bünyamin ve başından geçenler anlatılırken çeteciliğin, zor bilmecelerin, kurnazlığın temsilcileri olarak da belli başlı karakterler var. Mutlaka okunması gereken bir Türk eseri olarak rafınızda bulundurmalı ve fazla da yıllandırmamalısınız. Heyecanlı bir alıntının sizi kitaba çağırmasına izin verin, diyerek çekiliyorum: “Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı.”

Oğuz Atay’ın Ağlanacak Halimize Güldüğümüz “Oyunlarla Yaşayanlar” Eserinden 14 Alıntı

$
0
0

Vefatının ardından hakkında sayısız araştırma yapılacağını, kitaplarının çok satanlarda yer alacağını, herkesin onu ve “Tutunamayanlar”ını konuşacağını tahmin etmiş midir rahmetli? Zira en büyük eseri, hayatı boyunca yeterince ilgi görmemiş, duyulmamış, okunmamıştı. Ama bugün görüyoruz ki Oğuz Atay, tıpkı Nietzsche’nin de kendisi için belirttiği gibi zamanından önce gelmiş bir yazardı. Kıymetinin öldükten sonra anlaşılmasıysa herhalde hayatın kötü mizah örneklerinden biri olarak görülebilir. 12 Ekim 1934 yılında dünyaya geldiğinde, Türk edebiyatının en önemli romancısı da doğmuş oldu. Hatta, ünü romanlarının tercümeleri aracılığıyla dünya çapında da duyuluyor. Oyunlarla Yaşayanlar, yazarın yazdığı tek tiyatro metnidir. Atay’ın kendine özgü hicvinin, kara mizahının gırla gittiği bir eserdir. Toplumla birey arasındaki ilişkinin çarpıklığını, aydınla halk arasında iletişimsizliği burada da anlatmayı sürdüren yazar, birey bazındaysa kişinin kendiyle hesaplaşamamasına eğilir. Öyle ki eserin yazım aşaması hakkında da şunları söyler: “Biyografik romanı yeniden yazdım, kafamda duran üç hikâyeyi bitirdim. Şimdi bir oyun yazmak durumundayım.” Gerçekle oyunun birbirine karıştığı, bunu toplumsallıkla da bireysellikle de bir arada ve bol ironiyle verdiği tiyatro metni umarız ki hakkında giderek daha fazla araştırma yapılan bir eser olur. Oğuz Atay, bizi bize anlatan, bunu eğlenceli ironilerle harmanlamış ve varlığından gurur duymamız gereken bir yazarımız. Ölüm yıldönümünde Oğuz Atay’ı bir kez daha hatırlayalım, “Oyunlarla Yaşayanlar” eserinden alıntılarla analım istedim.

1. Cehennemin dibi


“Coşkun (Heyecanla): Demek bana cehennemin dibine git diyorsun. Elbette, gerekirse oraya da gideceğim.Fakat gerçek bir cehenneme gitmek istiyorum. Yaşadığım anlamsız cehennemden kurtulmak için her türlü cehenneme giderim.”

2. Oyun


“Anlamıyorum. Oyun nerede bitiyor, hayat nerede başlıyor, hiç anlamıyorum. Hayat nerede bitiyor, ölüm nerede başlıyor?”

3. Zavallı milletim


“Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında azgelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden azgelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz.”

4. Engelleri kaldırmak


“İnsanlar arasındaki engelleri kaldıralım, bütün oyunları birlikte oynayalım, birlikte seyredelim, kendimize isimler vermeyelim, yaptığımız işlerle var olalım, bunun dışında kalan bütün sahte unvanları, kurumları, insanın kendini üstün bir şey saymasına yol açan düzenleri yok sayalım.”

5. Hayatının sonuna kadar oynamak


“Artık dönemezsiniz Coşkun Bey. Artık hayatınızın sonuna kadar oynamalısınız. Bir kere başladınız, zavallı milletimize örnek olacaksınız artık. Bir kere gerçeği buldunuz, hep onun peşinden gitmelisiniz artık. Size bağlanan ümitleri boşa çıkaramazsınız artık.”

6. Büyük meseleler


“Ben de büyük meseleler yüzünden harcamış olmak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranıp gitmek istemezdim.”

7. Başımıza gelenler


“İstiyorum ki bizim başımıza gelenler dünyada şimdiye kadar kimsenin başına gelmemiş olsun. Senden, bütün dünyayı sarsan hareketler beklediğimi, bilmem nasıl anlatsam?”

8. Hayal kırıklığı


“Hayır, sizi de sevmemeliyim. Çünkü her zaman olduğu gibi hayal kırıklığı bekliyor beni. Gene gülünç olmaktan korkuyorum. İnsafsız insanlar!”

9. Doyasıya yaşamamak


“Daha biz doyasıya yaşamamıştık ki; büyük ve güzel şeylerin özlemini çekiyorduk henüz. Biz daha feraha çıkmamıştık ki, dünya nimetlerinden bıkalım, bunalımlar geçirelim.”

10. Gerçek oyunlar


“Cemile: Oyun oyun. Biraz da gerçek oyunlarla ilgilensen iyi olur. Mesela benim para kazanmak, evi geçindirmek için sahneye koyduğum şu dikiş dikme oyunlarımla, Ümit’in her sınıfı iki yılda geçme oyununu düzeltsen biraz. Ya da paralarını içkiye yatırma oyununu adam etsen. Erken emekli olma oyununun bize neye mal olduğunu düşünsen.”

11. Sanatın ölümü


“Önce şiirden anlamı kaldırdılar, sonra müzikte melodiyi öldürdüler. Ya resim? Çizgi çizmesini bilmeyenler hemen meşhur oluyorlar. Sanatı öldürdüler!”

12. Benzer oyunlar


“Son günlerde herkesi birbirine karıştırıyorum. Belki de karıştırmıyorum. Belki de insanlar aynı oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar.”

13. Eski zamanlar


“Ben de bir eski zaman piyesi olsaydım. Modern oyunların, modern kahramanları gibi silik bir hayat yaşamasaydım.”

14. Beethoven bozması


“Saffet: Bana ne hakla soru soruyorsun Beethoven bozması.
Müzik Hocası: Beethoven’e benzediğimi de nereden çıkardınız?
Saffet: Tanıdığım tek yabancı besteci olduğu için. Yerli bir besteci isterseniz size Hacı Arif Bey bozması da diyebilirim.”

Bonus

Oğuz Atay dönemin televizyon dizisi Aşk-ı Memnu ve büyük eseri “Tutunamayanlar” hakkında konuşuyor. Ne şans ki kayıtlarını bulabiliyoruz.

Gezgin ve Bilimci Özgen Berkol Doğan Anısına Açılan Türkiye’nin İlk Bilimkurgu Kütüphanesi Hakkında 8 Bilgi

$
0
0

Özgen Berkol Doğan, hayat dolu bir insandı. Çok yönlü bir bilimci olarak hayallerinin peşinden koşan güzelliklerden biriydi. Bilim kurguya meraklı, fantastik eserleri tercüme etmiş, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi olan CERN’de de çalışmalar yapmıştı. 2007 yılındaki talihsiz bir uçak kazasıyla hayatını yitirdiğindeyse hayatını adadığı bilim dünyası ve fantastik eserlerin anısına ailesi ve sevdikleri tarafından Türkiye’de bir ilk gerçekleştirildi: 2012 yılında İstanbul’da açılan Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi, ülkemizin bu alandaki ilk kütüphanesi oldu. Bir gezgin ve bilimcinin hayatından pareler bilmek ilham verici olabileceği gibi, kütüphaneyi de tanıtmak kültürel dünyamıza bir hizmettir. Doğan’ın toprağı bol, kütüphanesi ise meraklı okuyucularla dolu olsun!

1. Eğitim hayatı


Özgen Berkol Doğan 29 Temmuz 1980’de Ankara’da dünyaya gelir. Eğitim hayatınaysa, Avusturyalı bir hanımefendinin açtığı “Tante Liz” anaokuluyla başlar. Babasının görevi gereği ilkokulun bir bölümünü Erzurum’da okur. Ardından 1991 yılında Robert Koleji’ne girme hakkı kazanan Doğan, işaret fişeğini yakmakta da gecikmez: 1998 yılında mezun olduğu kolejin “Michael Hamilton” Fizik Ödülü’nü kazanır. Fizikte üstün yetenekli öğrencilerden birine her sene verilen bu ödülün hikâyesi de manidar: Ödüle adını veren Michael Hamilton da genç yaşta bir uçak kazasında hayatını yitirir. Bu başarıların ardından şimdi sıra üniversitededir. Doğan, Boğaziçi Fizik bölümüne başarıyla girerek ileride büyük bir bilimci olacağının da emarelerini gösterir.

2. CERN yılları


Lisans eğitimini bitirip yine Boğaziçi’nde araştırma görevlisi olarak kaldığı yıllarda yolu Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’ne (CERN) düşer: Yüksek lisans tezini araştırmak ve hazırlamak için üniversite tarafından CERN’e gönderilir. Son demlerinin büyük bir çoğunluğunu da bu büyük laboratuvarda, Cenevre’de geçirir.

3. Diğer ilgi alanları


Yazının başında çok yönlü biri olduğundan bahsetmiştik. O yalnızca bilim koridorlarında, laboratuvarda vakit geçiren biri olmaz. Hayata dair pek çok aktivite ve eğlence ile doldurur yaşamını. Dans, resim, fotoğraf ve dağcılık gibi alanları kendine hobi edinir. Dansta da özellikle tangoya bayılır ve bunun eğitimlerini de hayatının farklı dönemlerinde alır. Doğan’ın ayrıca İngilizceden dilimize kazandırdığı üç çevirisi İthaki Yayınları’ndan çıkar. Hem çalışıp hem de gezgin olunabiliyormuş dedirten Doğan, üniversite yıllarında da Interrail’e katılarak Avrupa’yı gezer.

4. 1999 depreminde gönüllü


Özgen Berkol Doğan, yakınlarının deyimiyle insan konusunda oldukça seçici davranır. Davranır ama yakınlarına sevgi ve saygısını göstermekten, yabancılarla iletişim kurmaktan hiç çekinmez. Bu içten tavır onun çevresi tarafından da sevilen bir birey olmasını sağlar. 1999 İzmit depreminde de kurtarma çalışmalarına gönüllü olarak katılarak hizmet eder. 30 Kasım 2007’de Isparta’daki bir yüksek fizik kongresine katılım için yolculuğa çıktığında aramızdan ayrılır.

5. Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi


2007 yılında aramızdan ayrılan gezgin ve bilimci Özgen Berkol Doğan anısına 2012 Aralık ayında bir kütüphane kurulur. Bilim kurgu, fantastik ve korku edebiyatı alanlarında Türkiye’de yayımlanan tüm eserleri bulabileceğiniz kütüphane Türkiye’nin de ilk bilim kurgu kütüphanesidir. İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, İtalyanca, Arapça, Azerice, Sırpça, Ermenice, Hemşince, Yunanca, Polca/Lehçe, Norveççe, Endonezce (Endonezyaca), İbranice, Danca, İspanyolca ve Korece eserler de bulunur. Pazartesi günleri hariç her gün 11.00 ile 19.00 arasında açıktır. Caferağa Mahallesi Safa Sokak No: 20 Kadıköy, İstanbul’da olan kütüphaneye 0216 349 31 31 numaradan da ulaşabilirsiniz.

6. Söyleşi ve film gösterimleri


Kütüphanenin bir diğer özelliği de perşembe günleri yapılan söyleşi ve film gösterimleridir. Gördüğünüz üzere vaktiyle Sunay Akın da gelip söyleşmiş. Fizik, edebiyat ve bilim kurgu söyleşileri her ay belirlenen perşembe günleri yapılırken ayın ilk perşembelerinde de film gösterimleri vardır. Katılımın ücretsiz olduğu etkinliklere, alanında yetkin akademisyen ve araştırmacılar konuşmacı olarak katılır. Yeni sayılabilecek bir diğer etkinlik süreciyse pazar günleri yapılan ve konuların tamamen kendiliğinden belirlendiği “Pazar Sohbetleri”dir. Bu zengin aktiviteler mayıs ayıyla bir yaz arası verip ekim ayıyla birlikte tekrar başlar.

7. Dans festivali


Bilimle sanatın kol kola gittiği kütüphane, 2009 yılından bu yana Robert Koleji’nin ev sahipliği yaptığı “BERKOL RC’98 DANCE FESTIVAL” ile de ülkemizin sayılı festivallerinden birini gerçekleştirir. Lise düzeyinde gerçekleştirilen ve Latin danslarıyla tangonun yapıldığı festivalde her sene dansın önemli isimleriyle gençler bir araya gelir.

8. Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi

Victor Hugo’dan Annesi Tarafından Yasaklanan Büyük Aşkına Mektup

$
0
0

Fransız romantik yazarı Victor Hugo, gençliğin ateşli zamanlarında bir kadına tutulur. Şans o ki Hugo’nun kardeşi Eugène Hugo da aynı kadını sevmektedir. 1819 yılının nisan ayında bir gece iki kardeş birbirlerine aynı kadını sevdiklerini itiraf eder. Bahsi geçen ve Victor Hugo’nun da mektuplarıyla sevgilerini ilettiği kadın Adèle Foucher’dir. Yalnız Hugo için, kardeşiyle aynı kadına âşık olmanın ötesinde daha önemli bir dert vardır: Yazarın annesi Sophie, oğluna alt kesimden bir kadını layık görmez. Onun tasavvuru, oğlunun zengin ve yüksek zümreden bir kadınla evlenmesidir. Annenin bu engelleriyse bugün önemli bir edebiyat eseri olarak okuduğumuz “Nişanlıya Mektuplar”ın meydana gelmesine vesile olur. Gençliğin, o tutkulu çağın yüreğini taşıyan Hugo, sevdiceğine romantik ve sevda dolu mektuplar yazar. Anne Sophie 1821’de vefat ettikten on altı ay sonra Victor Hugo ve Adèle Foucher evlenir. İşte Victor Hugo’nun, annesi hayattayken imkansız aşk olarak gördüğü ve o ruhla yazdığı Nişanlıya Mektuplar’dan pareler!

Bu sabah bana babandan bir not getirdiler, demek ki bu akşam seni göreceğim Adele

Ara sıra seni yalnız görebilsem ve yakınlığının büyüsünün tadına varabilsem, mutluluğum tam olurdu

Ayrıca, senin üstün yaradılışına ters olduğunu düşündüğüm bazı fikirlerini çürütmeyi denerdim bazen

Neredeyse hepsinin soylu bir temeli var, fazlaca alçakgönüllülük ve kendini tanımama

Mesela, şiirsel yeteneği değerlendirmeyi beceremediğini söylüyorsun bana

Bu iddia, seni, kendini tanıdığından daha iyi tanıyan benim için öyle tuhaf ki, gülebilecek olsam gülerdim

İki kelimeyle Adele, şiir, erdemin ifadesidir; güzel bir ruhla, güzel bir şiirsel yetenek neredeyse hep bir arada bulunur

Bu, uzun süren bir gelişmeyi gerektirir; ama özel bir görüşmede, habersiz olduğun yüreğindeki cevheri nasıl ortaya çıkarabileceğimi görüyorsun

Bu mutluluk bana henüz yasak. Tüm diğerleriyle birlikte, onu da umutla bekliyorum

Hoşça kal sevgili Adele’im, beni düşün ve bana çok uzun bir mektup yaz; bana yine de kısa gelecek ya

Kocanın seni sevgiyle kucaklamasına izin ver. Hoşça kal, hoşça kal

Bilhassa, çalışmaktan, vs. vs.’den bana bir daha hiç bahsetme

Bu konuya girdiğin zaman beni çok üzüyorsun. Gücüme güven

Senin için çalışmak benim görevim ve seninle ilgili her şey gibi geleceğini kurma mutluluğu da bana ait

Hoşça kal. Bana uzun uzun yaz

Viewing all 457 articles
Browse latest View live